ikibucuk tane de dogal zaman olcusu var.. gun ve yil.. gunesin dogus ve batisindaki duzenliligi kesfetmek icin hatta belki insan kadar 'zeki' olmaya gerek de yoktur, gun kavramina maymun da sahip olabilir, yani bi maymun aksam olurken kestirebilir bi muddet beklediginde sabah olacagini bilissel duzeyde kavramis olabilir.. yil icin, yani sicak ve soguk mevsimlerin birbirini takip edisindeki duzenliligi farketmek biraz daha uzun donem hafizasina gerek var, bunu heralde tanidigimiz canli turleri arasinda bitek insan biliyor.. bucuk dogal birim de ay..
ay'a bucuk dememin sebebi, yasantimizi gun ve yil kadar etkilememesi.. yani yil'i idrak edemeyen insan topluluklari tarim asamasina gecemez, gun'u bile anlamadiysa cok gecmez gumburtuye gider.. ay o kadar elzem degil, gece aydinlanmasi hakkinda fikir verebilir, hadi cok kassak, kadinlarin adet periyoduyla baglanti kurup mistik fikirler uretmemizi falan saglar belki..
tabi simdi, bu boyle, bi miktar da ilkel dedigimiz insandan bahsediyorum.. yoksa ben de biliyorum, bi 'modern' insan olarak benim icin ay, mesela yildan daha onemli, ayda bir para veriyolar.. hatta en onemlisi hafta, haftaici ise gidiliyor, haftasonu kebap.. uff yani..
bu 'hafta' denen hadisenin dogayla zerre ilgisi yok.. matematik, cografya ve bulutsuz bi gokyuzu yilin, ayin ve gunun hangi evresinde oldugumuza dair yeterli bilgiyi iceriyor, ama haftanin neresinde oldugumuz hakkinda hicbisey soylemiyor.. cunku hafta'yi biz uydurduk, medeniyetin ilerleyen yollarinda..
hafta, yanlis bilmiyorsam yerlesik tarim toplumunun bi icadi.. ilk 'kent'lerin en onemli islevi cevredeki tarim toplumlarinin pazaryeri olmasiydi.. pazaryeri dedigin periyodik olur, ki herkes ne gun gelecegini bilsin ve de sabalaklik olmasin.. ay fazla, gun az gozukmus olacak ki haftayi icad etmisler..
haftayi ilk kim uydurdu, tek yerde uydurulup ordan oraya mi yayildi, degilse niye herkes tam yedi gunden murekkep saydi bilmiyorum.. ama mesela bu orta asya denen topraklarda gun adlarinin farsca oldugunu pek guzel biliyorum, cumartesi'ne sambe, yani gun deyip baslamislar, sonra yeksambe, dusambe, sesambe gidiyor.. amma cok sey bilmiyosun diyeceksiniz, yerlesik fars toplumuyla tanismamis gocebe atalarimizin daha once kendi gunleri var miydi, onu da bilmiyorum.. yoktur heralde.. olsa, insan onu birakip birgun, ikigun, ucgun diye attirik isimler ithal eder mi..
hafta yerlesik tarim toplumunun urunu, tipki tek tanrili dinler gibi.. ortadogu tek tanrili dinleri daha yahudilerden baslayarak haftaya yapay bir onem atfettiler, yehuda'nin epitopu on tane olan emrinden biri: $abat (cumartesi) gununu kutlamayi ihmal etmeyeceksin.. uc dinin ucunun de farkli bir kutsal gunu var..
cok tanrili bir dine inanan yunanlilar bile gunlere bildikleri yedi onemli gok cisminin (gunes, ay ve bes gezegen) isimlerini vermislerdi, ki bu gok cisimleri yunan panteonunda onemli tanrilara da karsilik geliyorlardi (jupiter, venus).. ayni gelenekten gelen ingilizce'de gunler sunday, monday diye gidiyor, tuesday'i unuttum, wednesday venus'tu, thursday de yanlis hatirlamiyosam serefini viking tanrisi (ingiltere onuncu yuzyilda iskandinavya'dan gelenlerce istila edildi) thor'dan aliyor..
zamanin ince ince bolumlenmesi medeniyetin derecesini gosterir, bi toplum ne kadar medeniyse o kadar guzel boler zamani.. indonezler yili kabaca ikiye boluveriyorlar: yagmur mevsimi, kurak mevsim.. aylari januar, februar falan, belki avrupalilar gelmezden once bi muddet de recep, ramazan, saban kullanmislardir.. ama besbelli iste eski 'barbar' indonezler kendileri oturup da ad vermeye yeltenmemisler.. yagmur var ya da yok, otesi ne isine yarar ki tropik memleket ahalisinin..
medeniyet doganin daha az misafirperver oldugu ulkelerde dogmustur.. kisla yaz arasinda gunluk aydinlik surenin dort saatle yirmi saat arasinda degistigi avrupa'da aylara isim vermek gerek.. yine ayni avrupa'da kisin yemek icin yazin fazla gida uretmek, kisin aydinlanmak icin soguk kuzey denizlerinden fok avlayip yagindan mum yapmak, ic bolgelere yag ticareti yapmak gerek.. medeni olmak gerek..
ortadogu menseli medeniyetlerin yaraticiligi haftanin gunlerine ve yilin aylarina isim vermekle sinirli kalmis.. cin medeniyeti daha dehsetli, oniki senelik periyodlarla yillar domuz yili, yilan yili, esek yili oluyor.. bi ise yariyodur elbet..
insan medenilestikce mil kadar uzun, milim kadar kisa uzunluk birimleri icad etti.. salise kadar kisa zaman, milenyum kadar uzun zaman birimleri..
buyuk sirketler onyillik, buyuk devletler elliyillik stratejiler, vizyonlar gelistiriyorlar.. ote yandan yuz metre dunya rekorunu salisesine kadar hesapliyoruz..
evelden gunes saati, kum saati, su saati kullanilirmis.. avrupa medeni oldugunu ilk carkli saati xii.yuzyilda yaparak gosterdi.. islam medeniyeti belki daha evvel bulmus da olabilir, islam'da ibadet saatleri degisken cunku.. ama dakikadan saniyeye gecise imkan veren daha hassas sarkacli saatin serefi xvii.yuzyil avrupalisi huygens'e atfedilir, osmanli'ya ancak iki yuzyil sonra ulasmistir.. saniyeden saliseye gecisi ise kuvars sagladi, belki baskasi bulmustur, japonlar yayginlastirdi.. japonya'yi gormedim, metro tarifelerinde saniyelerinde yazdigini duymustum bi yerden.. avrupa geri kalmadi.. merkezi bi atomik saat su anda oldukca yaygin bi istasyonlar agiyla tum bati avrupa'ya mikrosaniye hassasliginda zamani bildiriyor.. ki cep telefonu santralleri senkronize olabilsin..
bu bizim turk milleti olarak bi turlu 'adam olmayis'imizin sebeplerinden biri dakik olamamizdir.. avrupa'da oyle mi ya.. saatlere, gunlere, aylara gore tarifeler var, dakika sasmiyor.. ama gayret, pek yakinda olacagiz insallah.. hem kendimize haksizlik etmeyelim, son on senedir bati anadolu'da kasaba dolmuslari bile doldurana kadar beklemiyor da arti eksi bes dakikayla tarifeli kalkiyor..
insan, tipki diger turler gibi, dogal secilim tarafindan gune, aya, yila uyumlu olarak ayiklandi.. icimizde yuzyil, binyil kavrami yok, dakika, saniye olmadigi gibi.. biz, isa'dan sonra ikinci milenyumun son insanlari, dogamiza uygun yasamiyoruz..
gundelik hayatimizdaki stresin onemli bi kismi zaman sikisikligindan ileri geliyor.. metro 7:12'de.. saati 6:57'ye kurayim, sekiz dakikada dus alir, uc dakikada tras olur, bir dakikada giyinirim, uc dakika da ohoo, yurume suresi.. peki ya burda, yani turkiye'deyseniz.. gecikerek yipranmamak icin iki seceneginiz vardir.. biri hayati daha dakiklestirmek, oburu gecikirsek gecikmek.. ilkini seciyoruz..
calisma saati son elli yilda ellibesten otuzsekize indi.. avrupa'da cogu isyerinde cuma gunu ogleden sonra birer ikiser toz olurlar.. aman ne iyi, eskisine gore daha az calisiyoruz.. pazartesi sendromu var.. veya pazar aksami sendromu.. bi de cuma oglen sevinci var.. niye.. bu kadar sevimsiz bu calismak ve yedinin dortbucugu calisiliyor.. dedelerimizin dedeleri eminim ki bizden fazla sureyle calisirlardi.. sendromlari var miydi acaba.. turk bakkallari alman 'grossmarkt' calisanlarindan daha fazla zaman geciriyorlar dukkanlarinda.. hangisinin sendromu var..
senede uc hafta ucretsiz iznimiz var.. birer hafta birer hafta kullanmali, cunku o vakit uc tane dokuz gun eder.. hem ustuste iki hafta calismadi mi sikilir insan.. tatilde antalya'ya gidelim.. sabah oyle mayisip yatma, kirk yilda bi tatil, uyuyarak mi gecireceksin.. ya n'apalim.. gunes bastirmadan bi denize gireriz.. ogle sicaginda kale'deki muzeye gitmeli, hem cocuklar gorsun, bi daha ne zaman gorecekler.. hadi bak son uc gun kaldi, daha plaza'da yemege hic gitmedik.. gece de iceriz, calisirken firsat olmuyor.. hadi, acelemiz var..
vizem cikmadi.. zaman geciyor, kaciyor, ucuyor.. bes haftadir ne yaptim, bos bos oturuyorum bak.. besss hafta.. hayir bilsem ne zaman cikacagini da ona gore planlardim bari.. mesela iki hafta daha cikmayacagini bilsem, goz ameliyati olacaktim, o aradan cikardi.. vaktimi planlamaliyim.. vakit varken planlamaliyim..
biri cok neseliyse 'cayira salinmis sipa gibi' derlerdi.. cayira salinmis sipa: hicbi faydali is yapmiyo yani, oynuyor, yuvarlaniyor.. biz, ahir zaman insanlari kendimizi cayira salmiyoruz hic.. sipalarimizi da salmiyoruz.. dokuz yasina geldi, bu yaz yuzme kursuna gitsin.. aksamlari da folklore gonderelim veya gitar ogretmeni mi cagirsak, ne o oyle ot gibi, insanin kulturel yonu de olmali canim.. seneye de ingilizce'ye baslatiriz, alibeylerin oglu catir catir konusuyor, eksik kalmasin cocuk..
yerkabuguna yakin toprak ve havada mebzul miktarda azot, hidrojen, oksijen, karbon, efendime soyleyim demir, kalsiyum ney bulunur.. oyle de olmustur ki, bunlardan bir kismi uygun sekillerde birleserek bu bizim ispanak, keci, yabandikeni, gergedan, bugday, insan, amiba dedigimiz suretlere burunurler.. muhtelif ahval ve seraitte bu suretlerin oranlari dinamik olarak ve fakat belli sinirlar icinde kalarak degisir ki, iste biz buna ekosistem diyoruz..
olur ki, ahval ve serait degisir ve buna bagli olarak bu oranlarin belli sinirlari da degisir.. ne bileyim, buzul cagi baslar degisir.. ama oyle lap diye de degismez, dunya yuzlerce kez gunesin etrafini turalar, oyle degisir.. bir istisna ile ki, bu benim de mensubu oldugum insan turu n'apip edip kendi oranini artirmaya ehil kilinmistir..
ekosistemin kasitli veya kasitsiz olarak insan lehine degistirilmesine, yani mevcut azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan daha fazla insan imal edilmesine medeniyet diyoruz..
efendim biliyosunuz, artik siyasi tarih revacta degil, medeniyet tarihi yaziliyor.. yazarken de iste fransiz devrimi, rus devrimi pek bi az devrim oluyor.. tamam o da devrim, ama biraz az devrim.. asil heybetli devrimlerimiz baska.. mesela tarim devrimi..
genel kabule gore insan topluluklari dunyanin cesitli yerlerine birbirine benzer evrelerden gectiler.. bu nuh tufani da dedigimiz son buzul caginin dibine kadar yasamis ben diyeyim onbin, siz deyin yuzbin nesil insan (hatta pasifik'in ucra okyanuslarinda icinde bulundugumuz caglara degin sarkarak) avci-toplayici olarak yasadilar.. bu uzuun devre boyunca doganin cakal kadar erdemli ve yasama sansi cakaldan fazla olmayan naciz birer parcasiydilar.. diger buyuk memelilerden hizli bir nufus artisi saglamamiz icin makul bi sebep gorunmuyor.. yani olsa olsa buzul erir, yasama alani artar, yayilirsin.. ama onu bizon da yapar, antilop da yapar..
yaklasik dortyuzuncu kusaktan atalarimizin, konyali varsa aramizda onun sahici atasi olma ihtimali bi nebze yuksektir, karacahoyuk civarinda yagmura dayali tarim yaptiklari soyleniyor.. yuz kusak kadar beri gelince de mezopotamya'da ilk kez sulamaya dayali tarim yapilmis.. ayni tarihlerde avrupa'da baska insan topluluklari acmaciliga dayali tarim yaparak kuzeye dogru ilerliyorlardi..
tarim en yalin anlamiyla bugday ve ispanagin ekosistemdeki oranini yabandikeni aleyhine artirmak demektir.. istediginiz nebatatin ruzgarda kimbilir nereye savrulacak tohumunu ozel olarak toplar, daha evvelden istemediginiz nebatati ozenle soktugunuz yere dikersiniz.. yetinmez bi de iyi tohumlari kotuleri aleyhine secersiniz, ki buna tahilsa evcillestirme diyoruz, meyveyse a$I diyoruz, yani o canli turunu kendi icinde de donusturursunuz, daha dogrusu yapay secim yoluyla evirirsiniz.. neticede bunun musterisi olan karga ve insanin da baska bitakim turler aleyhine azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan paylari artmis olur..
acmaciliga dayali tarim her ne kadar balta girmemis ormana balta girmek ve alttan cikan bitek topraktan yararlanmak suretiyle yapilsa da nisbeten az donusturucudur.. yani nedir ki, o ahali orayi ucbes sene yontuyor, tuketip basip otey yana geciyor.. orman da bi daha buyuyor.. mezopotamya'daki hadisenin asil dehsetli tarafi, ki dehseti avrupa'dakinden farkli olarak buradaki nufus patlamasindan belli, sulamadir.. bi yere yerlesiyosun, yakinda bi yerde suyu kontrol altina aliyorsun, ordan ver allah ver suyu, artik sittin sene ordayiz.. cesitli kavimlerin koyleri ustuste yigilip hoyuk olacak kadar..
denk caglarda dunyanin baska yerlerindeki baska atalarimiz da, cekikgozlu varsa aramizda onun sahici atasi olma ihtimali bi nebze yuksektir, hayvanlari evcillestirdiler.. bu da azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumun daha fazla keci ve dolayisiyla insan haline getirilmesi demekti.. bu insanlara da yari-gocebe toplumlar diyoruz.. bunun tarima kiyasla daha guduk bi donusturme oldugu, sozkonusu hayvancilik devriminin yapildigi memleketlerin insan nufusunun biturlu kemale ermemesinden anlasilabiliyor.. nufus hic dalgalanmamis degil.. io.1700, is.300 ve is.1200 civarindaki tasmalar tarim toplumlarinin kayitlarinda hakettikleri yeri bulmus.. tasmis da ne olmus.. geldigi ulkeyi hayvanci mi yapmis.. bilakis, o bilginin bi miktari bulunanla sentezlenmis, ve fakat adamlar neticede memleketlerini bastiklari adamlardan olmuslar.. bu uc buyuk gocun disinda da gecici nufus artislari oldugunu, bunlarin mevcut kecilere ve keci otlaklarina sahip olma ugruna birbirlerini kestiklerini dusunebiliriz.. demek ki meymis.. tek basina hayvanci-gocebelik herkese yetecek miktarda azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumu insana donusturemiyormus..
tarim toplumunun yari gocebe istilacilardan edindigi tek fayda hayvan ehlilestirmesi degildir.. son buyuk istilayi muteakip pax-mongolika devresinde cin-ortadogu ticaret yollarinin yeniden acilmasinin orta vadede nufusu artirici etkisi oldugu soyleniyor.. gerci dolayli bi etki bu: baharat.. ben bu baharatin niye bu kadar onemli bi nesne oldugunu pek merak ederdim.. oyle ya, hersey bitti nanesi kekigi kaldi, o kadar yol azicik damak tadi icin niye depilsin.. oyle de degilmis zaten.. efendim, o vakit malum, bu bizim elektrikle calisan buzdolaplari yok, bu baharat basta et olmak uzere muhtelif gidanin bozulmadan saklanabilmesini temin edermis..
baharatin bu bahis konusu elementlerin randimanini ne kadar artirdigini, yani insan nufusunu belirgin bir sekilde degistirip degistirmedigini kesin olarak bilmiyorum.. ama onaltinci yuzyilda avrupa ve ortadogu'da ciddi bir nufus artisi gozlendigi soyleniyor.. bu ya baharat olmali, ya yine cin'den gelen pirinc, ya da yeni dunya'dan devsirilen patates (patates ve hele de pirincin birim hektar basina besleyebilecegi insan nufusu bugdayinkine oranla daha yuksek, maalesef sayi mayi veremeyecem).. ya da bunlarin ve ticaret devriminin baska sonuclarinin bi bilesimi.. tarim teknigi konusunda muhtelif topluluklarin bilgi alisverisi aryan gocleri sirasinda veya helenistik devirde de nufus artisina sebep olmus olsa gerek..
nufusumuzu artirmak konusunda son onemli hunerimiz de bu endustri devrimiydi.. yani ne olabilir mesela.. farkli kategorilerden bikac tane sallayalim..
ilkin bu yukarida da bahsettigimiz gidanin regulasyonu meselesi.. yani buzdolabi.. su veya bu mevsimde pirzola, yumurta, salatalik sekline donusturulmus azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumun daha uzun sure saklanabilmesi, dolayisiyla ani kitliklarin belli olculerde onune gecilmesi.. zaman sinirlamasinin yani sira mekan sinirlamasi da azaliyor haliyle, antep'te uret, uygun sicaklik altinda moskova'ya kadar gonder, daha ekonomigi yoksa tabii.. regulasyonu saglayacak ikinci bi gelisme daha var.. kontrol altinda yeterince enerji varsa mevsimden bagimsiz olarak urun yelpazesini genis tutabilirsiniz, ki buna sera diyoruz.. ve hatta hayvansal gidalar konusunda daha iyisi var.. dogal ureme kosullarinin simule edildigi hayvan uretme ciftlikleri.. sayiyi daha kisa donemlerde kontrol altinda tutarak eldeki hammaddeden sigir yap, tavuk yap, alabalik yap.. hem elin tezege de daha az degerek..
ikincisi yine bu hammaddenin daha verimli kullanimi.. yasi kemale ermis olanlar derler ki, bu simdiki tavuklar pek lezzetsizmis.. ah o elli sene evvelki tavuklar.. yani hepsi der mi bilmiyorum, belki de demezler.. babam der mesela.. sebebini de soyler.. hazir yem.. ilgililerin verdigi adla 'premis', bozulmus biraz ama caktiniz, onceden karilmis demek.. yani simdi azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyum kendi keyiflerine birakirsan, evet bi kismi protein olur.. e bi kismi da olmaz.. olmayanlari oldurma hadisesine premis diyoruz.. veya hayvanatla degil nebatatla ilgileniyosak gubre diyoruz..
uc.. yerkabugunun daha derinindeki azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumun kullanima acilmasi.. buna da pulluk diyoruz.. traktor diyoruz, efendime soyleyim, bicerdover diyoruz.. ki bu sekilde sadece hammadde artmiyor, bu isleri yapmasi gereken kelle sayisi da azaliyor.. yani traktor fabrikasinda vida sikan isciyi falan bile katsak, birim adam basina birim gida uretimi, yani gelecek nesle yonelik ureme katsayisi artiyor..
son.. belki daha vardir da ben bu kadar sallayabildim.. gokkabugunun daha yuksegindeki azot, hidrojen, oksijen ve karbonun kullanima acilmasi.. efendim bunu da su sekilde yapiyoruz.. mesela bu hidrojen ve oksijeni oyle sap gibi tek tek avlamiyoruz.. bunlar bitisti miydi ne oluyor, su oluyor.. bu su kendi kendine bitakim isler yapiyor, buhar olup agiyor, yagmur olup yagiyor, fakat akip gidiyor.. biz de bu su akip gitmesin diye, bi de giderken bizim arpayi yulafi da katip gitmesin diye onune set cekiyoruz.. bunu ta mezopotamyalilar da yapiyordu, fakat bu endustri medeniyetimiz betonu icad etti edeli, biz pek daha guzel yapiyoruz.. buna da baraj diyoruz.. baraj oldu muydu, zaptettigin suyu azar azar gerekli noktaya gonder orada once bugday, bilahare de insan olsun..
ayrica suyu da oyle usturuplu saliyosun ki, bu isi ve daha bisuru isi daha kolayca yapacak enerji de yanimiza kar kalir.. yetmezse de bikac milyon yildir yasamis canlilardan artan karbonlari yakariz.. enerjinin zaptinin ne sekillerde donup dolasip insan nufusunu ziplattigi da simdilik kaliversin..
tarim devrimi yaklasik onbinyil surmus ve onbin sene icinde bile tum dunyaya yayilamamisti.. endustri devrimi denen hadise epitopu ikiyuz yasinda.. az zamanda buyuk isler basardi.. gecen yuzyilda bati avrupa ve kuzey amerika'da, bu yuzyilda da dunyanin diger yerlerinde insana donusen azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyum oraninda dramatik artislar goruldu.. toplam insan nufusu yaklasik sekiz katina cikti.. su anda dunya karalarinin herhangi bir noktasinda, ucyuz kilometre yol tepmeyi goze alarak, nufusu gecen yuzyildakinin iki katina cikmis en az bir merkeze ulasmak mumkun olmali..
bu dramatik artista saglik devriminin rolunu kasten atladim.. cunku boyle bir rolu oldugunu sanmiyorum.. tibba saygisizlik olarak algilanmamasi icin hemen acayim.. bu konuda ciddi bi gelisme oldugunu inkar etmiyorum tabii, sadece nufus artisinda belirleyici etken olmadigini soyluyorum.. tip, uretim artisindaki gelismelere paralel dustugu icin nufusun artisini 'katalize' etti.. cocuk olum oranini dusurdu, ortalama omru artirdi, ve boylece sekiz katlik artisin dortyuz senede degil, ikiyuz senede olmasini sagladi.. uretimdeki artis olmaksizin bi tip devrimi muhtemelen gecici bi nufus artisi ve muteakiben maltusyen dalgalanmalarla sonuclanacakti.. nitekim fransiz somurgecilerin endustriyel uretimden once modern tipla tanistirdigi kamboclar, bundan yirmi sene evvel sekiz milyona ulasan nufuslarinin iki milyonunu bi yolunu bulup 'gayb' ettiler.. gectigimiz yillardaki tutsi-hutu kapismasini, daha yakinlarda dogu timor'daki bogazlasmayi baska herseyden cok bu etkenin acikladigini dusunuyorum..
ne olacak.. acaba daha ne kadar azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumu insana donusturebiliriz.. veya donusturmeye devam edecek miyiz.. avci-toplayici atalarimiz, bulunduklari cografyaya gore degisir elbet, koyun, portakal, yabandikeni, gergedan ve baska bir alay canliyla bir arada yasiyorlardi.. tarim yapmayi ogrenen atalarimiz eleye eleye ispanak, koyun ve portakali biraktilar, gergedan ve yabandikeni yavas yavas azaldi.. endustiyel uygarligimiz bizi bambaska bir yere, metropollere cagiriyor.. bati avrupa ve kuzey amerika'da ('kismetse' gelecek nesle biz de onlardan olacagiz), nufusun onda birinden daha azi tarimla ugrasiyor, bi yandan da portakali sadece portakal olan seralara, koyunu da sadece koyun bulunan mezbaha-ciftliklere zaptetmis durumdalar.. kentte yalniziz.. hemen hemen yalniziz, sadece kedi ve kopekler var bizden baska, biraz cimen, biraz kus.. kedi ve kopekler de bi zahmet birer insan nezaretinde birer eve girerler mi ki lutfen..
ve giderek daha fazla alani kent yapiyoruz..
mevcut azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan daha fazla insan imal edilmesine medeniyet diyoruz.. malum bu medeniyet kelimesi medine'den turemedir, bedeviyetin karsisinda kentin magrur tanimi.. anglosaksonlar da 'civilization' kelimesini kullaniyorlar.. barajlari ve daha fazla insanin daha dar alanda 'kompakt' bir halde yasamasi icin gereken katli binalari dikenlere de 'civil' muhendis diyorlar..
antik yunan toplumu uruyor ve yayiliyordu.. iber'den fars'a, kirim'dan misir'a kadar bircok kent grekceden bozma isimler tasir.. romalilarin ikibin sene evvel kurdugu kent mesela: koln, yani kolonia.. gec roma ve bizans devresinde akdeniz havzasinda nufusun kah icsel (az ureme), kah dissal (kapisma) suretiyle sabitlendigi ve/ya dalgalandigi goruluyor.. ta ki bi sonraki uretim devrimine kadar..
bati avrupa ve kuzey amerika toplumlarinda nufus artisinin son iki-uc nesildir dustugu, duse duse sifira indigi biliniyor.. cin ayni amac icin basarili bi devlet propagandasi yurutuyor.. aynisini hind, cinhindi, acemi, arabi, turki icin, afrika ve latin amerika icin bekleyebilir miyiz.. beklesek onlar da keserler mi bu canhiras uremeyi..
bi sonraki devrim, genetik devrimi olacak.. mesela gunde yuzelli kilo sut veren inekler istemez misiniz.. organik sut makinesi.. veya yuzde kirkuc seker veren pancar.. veya vucuduna giren proteinin yuzde doksandordunu isleyebilen bi 'ust-insan'.. ah tabi, dokuz ay karinda tasimak zor.. evet, ama isin basindayiz daha, unutmayin ki bundan bir nesil evvelki atalarimiz gamet olusturmak icin ille jenital organlarina ihtiyac oldugunu saniyorlardi.. tup bebek birse, ikincisi neden suni rahim plantasyonlari olmasin.. eller bi daha karilsin bi daha gorelim bakalim nufustaki sabitlenmeyi..
azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyum.. artik kimseyle paylasmak zorunda olmayabiliriz.. sigir ve arpayla bile..
zincirlikuyu'dan gayrettepe istikametine yururken ta karsidan kakulleri yuzunun sag yanina dokulmus, capkin, kiskirtici bir genc kadin yuzu karsilayacak sizi: kucuk maya binasinin ayna duvari boyunca bir altinyildiz-network reklami.. gelin diyor.. ben burdayim.. boyle buyuk ve yukardayim.. gelin.. veya gelmeye calisin.. nah gelirsiniz.. erisemeyeceksiniz..
maya ve, yanlis hatirlamiyorsam denizbank olmali, gokdelenlerinin arasindaki bosluk dikkatinizi cekecek.. neden.. yeterince banka yok muymus.. dolduramamislar mi burayi.. yaklasin.. o bosluk bi camidir.. haci nimet ozden cami, hani meshur nimet abla, milli piyango saticisi.. 1963 yilinda yapilmis.. muhtemelen o vakitlerde kendi capinda iri yapilmis.. kubbe yuksekligi oniki-onuc metre var, minareyle diyelim ki onsekiz-yirmi.. cevredeki eskice konutlara baktiginizda 1963 yilinda butun gayrettepe havalisine yuksekten baktigini kestirebilirsiniz.. kadersiz camiymis ki, henuz otuzbes yaslarindayken maya gokdeleninin gobegine bile gelmiyor.. beyoglu aga cami daha sansliydi, cevresindeki binalar arasinda yavru kus gibi kalmasi icin dortyuz sene gecmesi gerekmisti..
bati avrupa'nin besyuz yasini gecmis kentlerinin eski meydani en az bir, belki daha cok gotik katedralle, kiliseyle susludur, ki beheri elli metrenin ferah ferah uzerindedir.. istanbul'un sarayburnu silueti icin benzer bir gozlem yapmak mumkun.. ikiben sene once misir'da piramitlere baktiginizi hayal edin.. iki yuzyil evvel bruksel grand plaza'da veya bizim sultanahmet meydaninda dolastiginizi dusunun.. hersey acikca soyleniyor, hersey veya tek bir sey: tekin durun.. erisemeyeceksiniz..
istanbul'un artik belirginlesmis olan maslak silueti.. buyuk finans kurumlari, holdingler, katli carsilar.. ahir zaman tapinaklari..
mevcut azot, hidrojen, oksijen, karbon, demir ve kalsiyumdan daha fazla insan imal edilmesine medeniyet diyoruz..
taha akyol asikpasazade tarihinden aktariyor.. ondorduncu yuzyilin ilk yarisinda uc konumundaki gazi osman beyligi, cesitli turkmen gruplarinin katilimiyla nufus patlamasi yasamakta.. asikpasazade diyor ki;
"Kadi konuldu. Subasi konuldu. Pazar kuruldu ve hutbe okundu. Bu halk kanun ister oldu."
nufus rahimde durdugu gibi durmaz.. artar ve arasinda depisir.. ya depiserek geri azalir, ya da.. halk kanun ister..
nufus artar ve derisik yasar.. cok katli binalar icab eder.. yuz kilometrekarelik bir alanda yuz kisi yasiyorsa, bir deprem, diyelim birinin canini alir.. yuzbin kisi yasiyorsa bunlarin onbininin olme ihtimali vardir.. imar ruhsati, insaat ruhsati icab eder.. halk kanun ister..
halkin kanun istemesine ve birisinin o kanunu koymasina da medeniyet diyoruz..
sodom'lular zina ve livata ettiler.. sodom bir volkan patlamasi sonucu yerlebir oldu..
gectigimiz aylarda hurriyet'te yayinlanan, maalesef de kesip saklamadigim bir yari-magazin-haber'de cesitli mitolojilerde depremin nasil yorumlandigi anlatiliyordu.. birtek belcika mitolojisinde insanlar gurultu mu ne edermis de, tanrilarin uykusu kacarmis, kucuk cocugunu cezalandirir gibi bunlari sallarlarmis.. yazinin ne kadar asparagas olup belcika mitolojisi dediklerinin de hangi caga atifta bulundugunu bilemiyorum, ama bahsedilen otuz kadar diger avci-toplayici ve yari-gocebe toplumun hicbiri depremle erdemlilik arasinda bu kadarcik bile bag kurmamislar.. yok tanrilar sarhos olmus, kiclari kasinmis, canlari istemis, keyfekeder degil mi, titretivermisler alemi..
ama incil oyle demiyor.. dunyanin ilk yerlesik toplumlarini kuran ortadogulular sodom'un erdemsizligi yuzunden cezalandirildigina inaniyorlar..
elimizdeki en eski yazili kanunname io.xviii. yuzyildan kalma hammurabi kanunlari.. babil'in sami krali, toplumu gayrimenkul sahibi hurler, yalniz menkul kiymet sahibi bagimlilar ve zincirlerinin sahibi koleler olmak uzere uce ayirmisti.. kralin topraginin idaresi hizmet karsiligi askerlere verilebiliyordu, ki bu kendinden sonraki ortadogu devletleri boyunca osmanli'ya kadar surmus timar geleneginin baslangici olmali.. ceza hukukunda kisas temel aliniyordu (istisnai olarak hurler para verip sivisabilirmis), yani adam olduren kisi devlet eliyle olduruluyordu.. olum cezasi gerektiren diger suclara bakalim: hazine hirsizligi, saray ve tapinak mulklerine tecavuz.. yan otoriye karsi suclar.. adli adinca 'siyasi' suclar..
babil hanedanini kuzeyden gelen hititler yikti.. hititlerin kimmerya'da at kosturan ari atalari neye inanip birbirini nasil yonetiyordu, bir fikrimiz yok.. ama gelip anadolu'yu yerlesik yurt tutup nufuslari arttiktan sonra halk kanun istemis olmali: yazi-din-hukuktan olusan medeni ucgenleri sumer ve sami geleneklerinin bir devamiydi..
medeni gelenek, uc ortadogu tektanrili dininin hamuruna karisip gunumuze dek ulasmistir.. halk kanun ister.. yahudiler kanunun hasini icad ettiler.. on emirden yalniz ilk ikisi teolojik, kalani insanlar arasi iliskileri duzenliyor.. ataerkil bir toplum: zina yapmayacaksin.. anana babana saygi gostereceksin.. ve mulkiyetci: calmayacaksin.. komsunun malina tamah etmeyeceksin..
tarim toplumu oyle ucbes tabuyla tekin durmuyor.. tarimin patlattigi nufusa yazili hukuk ve hatta icsellestirilmis ahlak gerekiyor.. en buyuk ceza olum olsa nedir ki.. sonsuza kadar cehennemde yanmak dururken.. tektanrili dinler o vakitler olumden bile korkmayani korkutmayi rakiplerinden pek daha iyi basarmistir..
o vakit zayif olan rakipleri unutulmaya yuz tuttuktan ikibin sene sonra hortladi..
yunanlilarin tanrilari edepsizdi.. yani simdi diyelim, halk artmis, kanun istiyor.. zeus ne yapiyor.. tanriligindan utanmayip sunun bunun karisina kizina bakiyor.. yunanlilar, dunyada ilk kez erdem konusunu sekuler olarak tartistilar..
eflatun uc-alti yas arasindaki cocuklara din egitimi verilmesini ogutluyor.. ama zeus'a pek de guvenmemis olmali ki, ahalinin birbirini yememesi icin bilgeleri ve devleti yardima cagirmis.. cocuklari devlet egitecektir, yeteneklerine gore uc sinifa tasnif edecek (uc sayisinin evrensel hikmeti mi ola), bilgeler olarak secilenler ona gore egitilip bir sonraki nesilde devleti yonetecek..
izleyen yillarda helenler iskender'in bosalttigi yollardan yayilarak butun ortadogu'da cogaldilar.. halk kanun istedi.. istenen kanunu roma getirdi, yunan felsefi birikiminin sonucu olan sekuler roma hukuku yetmemis olacak ki, hristiyanlik ucyuz sene icinde roma'yi icten ele gecirdi..
sekuler yaklasim, roma'dan ikibin sene sonra yeniden gozde.. kamu duzeninin saglanmasi icin gerekli ozdenetimi cennet vaatlerine ve cehennem tehditlerine birakmamaya gayret ediyoruz.. yuzyilimizin eflatunlarindan bertrand russell, egitime orijinal eflatun'dan daha fazla pay biciyor.. devletin egitimdeki rolunun altini cizmekle kalmiyor.. ana ve babalarini tanimayan cocuklarin devlet eliyle yetistirilecegi bir toplumun mumkun oldugunu, hadi savunuyor demeyelim, ongoruyor..
iskender dunya siyasal yasantisinin en onemli devrimini yapmisti.. sirtlanindan horozuna kadar cumle mahlukat kendinin veya mensup oldugu grubun cikarlarini savunmak icin gecici dalasmalara girmekten cekinmez.. yuz nesil oncesine kadarki atalarimiz da benzer kapismalara girip cikmislardi.. iskender'den beri savasmak icin pek daha guzel bir sebebimiz var: cihan hakimiyeti.. yani kendi kanunumuzu, kendi nufus artis yontemlerimizi ve kendi nufusu zaptetme tekniklerimizi tum dunyaya (mumkunse evrene) samil kilmak..
iskender oncesinden kalan tek tektanrili din olan yahudilik, bir kavim dini olarak tasarlanmisti.. iskender sonrasi hristiyanlik roma'nin takibinden kurtulur kurtulmaz ekumenik (evrensel) konsillikler kurdu.. pierre l'ermite'in aklina uyan germen, felemenk koyluleri xi.yuzyilda ta cehennemin dibindeki kudus'u ele gecirmeye gittiler.. besyuz yil sonra ispanyol cizvit rahipleri latin amerika ve filipin 'vahsi'lerinin ruhlarini kurtarmayi vazife bildiler.. ayni yillarda osmanli akincilari avrupa'da 'nizam'i-alem'i (dunya duzeni) kurma hevesindeydi.. yuzyilimizin basinda fransiz misyonerler bati afrika'da ulkelerini cagdaslastiracak yerel eliti yetistirecek okullar aciyorlardi.. yuzyili kapatmak 'yeni dunya'lilara nasib oldu, amerikalilar simdi 'dunya duzeni'nin 'yeni'sini kurmakla mesguller..
hristiyanlik helen dunyasindaki nufus artisini takip etmisti.. bati avrupa ulus-devletlerinin nuvesi olan merkezi kralliklarin feodal beyler aleyhine guclenmesi onaltinci yuzyildaki baharat, pirinc, patates menseli nufus artisina atbasi gitti.. ayni yuzyilda anadolu'daki mucadeleyi gocebe-turkmen destekli ismail'e karsi bati anadolu ve rumeli'nin yerlesik tarim toplumlarinin hukumdari selim kazandi.. son iki yuzyilda sekiz kat artti dunya nufusu, dort kez 'yeni duzen' onerilmis olmasinda sasmamak gerek: 1815 viyana kongresinin sonuclari 'yeni avrupa duzeni' olarak duyurulmustu.. marks'in ardillari 'gecici proletarya diktatorlugu' ve hic degilse stalin'ee kadar olanlar 'tum dunyada devrim' ongoruyorlardi.. hitler 'bin yillik reich' diyerek cikti ortaya.. 1989'da fukuyama 'tarihin sonu'nu, amerika 'yeni dunya duzeni'ni ilan etti..
dunya siyasal tarihi oyle de gidiyor ki, adeta o dunya devleti bigun kurulacak.. siyasi yetkinin bir ust ve daha genis alani kontrol eden otoriteye devredilmesi biten milenyumun ikinci yarisinin degismez kaidesi.. feodal lordlar ulus-devlet lehine sahneden cekildi ilkin, simdi en azindan atlantik'in iki yakasinda iki siyasi birlik'e (ustelik de ikisi muttefik) dogru kosar adim ilerleniyor.. liberal demokrasi enternasyonalizm bayragini sosyalistlerden devraldi sanki.. russell'in dunya hukumeti hayaline mi yaklasiyoruz..
pax-romanika, yani roma'nin onderligindeki evrensel hakimiyet, orta asya stebinden gelen 'barbar'larca yikildiydi.. pax-arabika'nin kaderi de farkli olmadi.. simdi pax-amerikanayi yasiyoruz..
avrupa'nin karsi guc odagi olacagi yamuk bi ongorudur.. bi kere neye 'karsi'.. tarihte ilk kez 'medeniyet' tum dunyaya azami beser yuz kilometre arayla usler kurmus durumda.. cin ve rusya ne kadar farkli da olsa, onlar da medeni.. kalan ahir vakit barbarlari, yani cinhindi, hind, arabi, afrika ve latin amerika.. hepsi kanun istiyor..
medeniyet bu sefer barbarlari gercekten yendi mi acaba.. nizam'i-alem, bin yillik reich nihayet kuruldu mu..
medeni toplumlarda, ucuncusu nicin gerekli bilmiyorum, iki ayirdilebilir zumre kesinlikle vardir.. profesyoneller ve ahali.. aralarindaki geciskenligin yumusak veya sert oldugu gorulmustur, ama toplumu yonetme hak ve gorevini kendinde goren bi zumrenin bulunmadigi medeni toplum gorulmemistir..
ogretim ve egitim, eski adlariyla talim ve terbiye.. profesyoller 'neyin ne oldugunu' bellerler, buna nazari talim denir.. ve ahaliye 'neyin nasil yapilacagini' belletirler, buna da ameli talim denir.. ayriyetten iki ekip de cocukluklarindan itibaren 'terbiye' edilir.. terbiye 'neyin neden yapilamayacagi'nin bilgisidir..
hayatta ilk aldigimiz terbiye, tuvalet terbiyesidir.. nerelere neden sicamayacagimiz ogretilir.. (neden cogunlukla gecistirilse ve caglara gore degisse bile.. gunah olabilir, ayip olabilir..) ilerleyen yillarda evde, sokakta, carsida, okulda, tapinakta neleri yapamayacagimizi tek tek ogreniriz.. modern cagin insani yetiskinlik cagina geldiginde, altinyildiz-network reklamindaki guzel genc kadina erisemeyecegini pek guzel bellemistir.. (neden sorusuna ayip veya gunah kadar olsun, acik bir yanitimiz yoktur.. 'olur mu lan oyle sey' deriz..)
mayalanma sirasinda elde edilen alkolun keyif verdiginin kesfi, tutunun ehlilestirilmesi medeniyetin birer urunudur.. bunlarin kullanilmasinin yasaklanmasi da.. islam daha safaginda alkolden uzak durmayi ogutlemisti.. tutun, yeni dunya'dan geldigi ilk nesillerden itibaren osmanli'nin takibatina maruz oldu.. yirminci yuzyilin ilk ceyreginde amerika'da, son ceyreginde rusya'da alkol kontrol altina alinmaya calisildi.. bugunlerde asri dunya bir kez daha sigarayla savasiyor.. 'kamu duzeni'nden 'kamu sagligi'na uzanan nedenlerle..
terbiye kulliyatinin onemli bolumu gecmisten devralinir.. degisen kosullara gore yeni terbiyeler gerektikce bunu profesyoneller saglar.. coktanrili mezopotamya toplumlarinin rahipleri ve yunan filozoflari bu anlamda birer sivil profesyoneldi.. hristiyan teologu veya musluman fakihi (fikih uzmani) bu ikisinin bi karisimi olarak canlandiriyorum gozumde.. bunlarin gorevi basitce ayin yonetmek veya namaz kildirmak degildi.. halkin istedigi kanunu ureten, yani toplumun dirligini saglayan sivil elit gorevi goruyorlardi..
son iki yuzyildir din giderek geri cekiliyor.. yeri doldurulmadan hicbir yere gidemez, o vakit 'kanun'u kim yapacak.. bu is icin artik teknokratlarimiz var.. kanunlarimizi yapabilir, veya hangi kanunlarin nasil yapilacagi konusunda uzman goruslerini aciklayabilirler..
buyuk gokdelenlerimize, gorkemli barajlarimiza, asma koprulerimize baktigimizda antik misirlinin piramide bakarken hissettigini hissediyoruz sanirim.. bunu, bunu ben tek basima dikemezdim.. bu nufus olmasa, bu nufus zabtirabt altinda olmasa, bu kalabalik isbirligi olmasa, bu uzmanlar olmasa.. ben bunu dikemezdim..
turkiye'nin nufusu son yetmis sene icinde bes kat artti.. mogol istilasi sirasinda onca ahali degil sadece adem ve havva kalaydi, bu kadar hizli uremeyle bugun, bugunku nufusa ulasirlardi.. demek ki neymis, yakin donemde pek dehsetli artmisiz..
turkiye halki kanun istemekte.. mevcut kanun yetmiyor cunku..
dolmuslarin trafigi altust ettiginden yakiniyoruz.. sokak saticilarindan, hijyenik olmayan gidalardan, yani kokoreccilerden sikayetciyiz.. nerelerde alkol, nerelerde tutun tuketilebileceginin tanzim edilmesini istiyoruz.. kuduzun onlenmesi icin sokak hayvanlarinin artik ev hayvani olmasi icab ediyor.. kentlerimize metro ve metromuzu isletmek icin nukleer enerji gerekiyor.. depreme karsi devletin veya baska bir sivil 'otorite'nin imar plani cikarmasini, insaatlari denetlemesini, egitim vermesini talep ediyoruz.. ciftciye taban fiyati uygulanmasindan biktik, tarimin otomasyona gecmesini (zimnen, halen tarimla ugrasanlarin ya artik acindan olmesi, ya da gelip, bizim gibi ne guzel, bilgisayar basinda biseyleri daha otomatize etmesi demektir) istiyoruz.. iyi kullanilacagini bilmek kaydiyla daha cok vergi vermeye de haziriz..
butun bunlari saglayacak kanunlar istiyoruz.. kendimiz yapamiyorsak, hazirda bu kanunu olanlara bakip bakip onlarla birlikte yapmak istiyoruz..
ulus-devletin merkezi gucune engel olacakmis.. insan haklari super olacakmis.. sagindan solundan yerim.. ben artik, beni daha evvel yetki devrettigim kurumdan korusun diye, daha iri bir kuruma yetki devretmek falan istemiyorum..
fareden urkup kedi cagirdik.. kedi pisledi kopek cagiriyoruz.. kopek hirlayinca kimi cagiracagiz..
1963: henuz alti uyeli 'avrupa ekonomik ortaklasmasi' turkiye'yle ankara'da bi anlasma imzaladi.. turkiye'ye 175 milyon dolar kredi ve bazi ihrac mallarinda kolaylik taahhut edildi..
1963: bati anadolu x vilayeti y kazasi z koyunden ergun covgur, itu'nun sinavini kazandi..
1964: amerikan ford vakfi'nin turk milli egitim bakanligiyla isbirligi halinde kurdugu 'turk akilli cocuklari lisesi' ankara'da ogretime basladi..
1965: almanya'nin bavyera eyaleti munih kentinde klaus heinbrucke bmw'nin otomobil fabrikasinda teknisyen olarak is buldu.. onbir senedir calismakta oldugu siemens'teki temizlik isciliginden ayrildi.. ayni yil kucuk oglu gerhard dogdu..
1968: ayni x vilayeti y kasabasi z koyunden resat kayali ikinci kez buyuk sehirlerdeki fakulte sinavlarini kazanamadi.. yakin vilayetteki iktisadi idari ilimler akademisine kaydoldu.. akranlarindan ortaokul terk cemal yildirim ve mursel isik askere gittiler..
1970: ergun covgur muhendis cikti.. evlendi.. yine bati anadolu'da bi tasra kentindeki bi kit kurulusunun gubre fabrikasinda ise basladi.. mursel isik terhis olur olmaz evlendi, ikinci parti buyuk isci aliminda almanya'ya gitti.. munih'te siemens fabrikalarinda temizlik iscisi olarak is buldu..
1971: ergun covgur kanada'ya gocmen basvurusunda bulundu.. kota doldugu icin kabul edilmedi.. oglu zeki dogdu.. mursel isik'in da kizi oldu, ismini meryem koydular.. mursel karisini yanina aldirdi..
1972: x vilayetinde hashas ekimi yasaklandi.. z koyu cogunlukla pancar ekti, ilk sene iyi urun alinmadi.. ergun covgur koylusu cemal yildirim'i isci olarak fabrikaya aldirdi..
1974: resat kayali akademiden sonra yedeksubay askerligini de bitirdi.. x vilayetinin z kasabasina yerleserek yerli uretim hayvan yemi bayiligi yapmaya basladi..
1976: klaus heinbrucke bmw'de sef teknisyen oldu.. kucuk oglu gerhard volksschule'deki dorduncu senesini tamamlayip gymnasium'a gecti.. mursel isik kriz sebebiyle tazminati verilerek siemens'ten atildi.. alti ay kadar kacak calistiktan sonra belediye temizlik kadrosunda is buldu..
1977: ergun covgur zeki'nin kucuk yasta lisan egitimi alabilmesi icin fabrikadan istifa etti.. ankara'ya yerlesti ve bir ozel sirkete girdi.. zeki koleje basladi.. ayni yil meryem almanya'da ilkokula basladi.. evde surekli turkce konusulmus oldugu icin ilk yilini kaybetti.. resat kayali evlendi..
1978: covgur ailesi, ergun bey'in ozel sektore gectikten sonra ciktiklari ilk uzun yaz tatillerinde fabrikanin kamp yerine gidemedigi icin ozel arabalariyla guney anadolu'nun kiyi kasabalarini gezdiler.. portakal bahceleriyle kapli kucuk q kasabasinda veysel kiraz'in evinde kaldilar.. veysel kiraz deniz kiyisindaki bos caliligi o sene istanbullu isadami tayfun baybarsoglu'na satti..
1979: cemal yildirim ustuste ikinci iyi toplu sozlesmesini yapti ve evlendi.. gubre ve yem fiyatlarinda anormal artislar goruldu.. resat kayali yem bayiini kapatti, evliliginde de bitakim sikintilar yasadi.. bi muddet istanbul'da is aradi, birikmis paralarini guzelce yedi..
1980: resat kayali'nin oglu alper dogdu, esiyle arasi duzeldi.. almanya'dan calisma izni basvurusu direkten dondu.. almanya turkiye'ye vize uygulamaya basladi.. cemal yildirim'in kizi elif dogdu..
1981: cemal yildirim sendika uyeligi sebebiyle kovusturmaya ugradi.. resat kayali'nin tavuk ciftligi acma teklifini ciddiye alarak istifa etti.. birlikte z koyunde yer ayarladilar, y kasabasinda da bi yazihane actilar..
1982: mursel isik meryem'i gymnasium'a kaydettiremedi, meryem volksschule'ye devam etti.. ergun covgur'un maasi artan kolej ucretleri kadar artmamisti, 'ingilizce ogretim yapan devlet okulu' sinavini kazaninca ferahladi.. siemens munih'te deutsche telekom'a sattigi ilk dijital telefon santralini devreye aldi..
1983: resat ve cemal'in 'ciftlik'i batti.. cemal yildirim sehre geri donmedi ve pancar ekmeye basladi.. resat kayali bikac gecici ise girip cikti..
1984: klaus heinbrucke'nin son cocugu gerhard da gymnasium'u bitirdi ve munih politeknik universitesi'nde elektronik bolumune girdi.. klaus esiyle birlikte turkiye'nin guney kiyilarinda yeni yeni dis turizme de acilan q kasabasina tatile geldiler, uc yildizli baybars motel'de kaldilar.. q kasabasi sakinlerinden veysel kiraz, o sene portakal bahcelerinden birini bozup pansiyon yapti.. adini kiraz pansiyon koydu..
1985: tmo pancar destekleme alim fiyatlarini dusuk acikladi.. uzakdogulu bir hayvan yemi fabrikasi y kasabasini z koyune baglayan asfaltin onuncu kilometresinde turk hukumetinin tesvigiyle fabrika acti.. cemal yildirim ve baska z koyluleri kucuk ve verimsiz tarlalarini cekikgozlulere satarak biraz soluklandilar.. resat kayali fabrikada satis muduru olarak ise basladi.. ingilizce bilmiyordu.. gorevi cevre kasabalarda bayilik kurmakti..
1986: zeki covgur 'turk akilli cocuklari lisesi'ni kazandi.. meryem isik volksschule'yi bitirdi.. yine akilli kizmis ki, hochschule'ye, yani meslek lisesi'ne devam etti.. brans olarak elektronigi secti..
1988: gerhard heinbrucke muhendis oldu ve siemens'e girdi.. siemens turk ptt'sine ilk dijital santralini satti.. gerhard is ogrensin diye tecrubeli bi santral uzmaninin yaninda comez olarak turkiye'ye gonderildi..
1989: mursel isik yirmi senedir biriktirdiklerini ustuste koyup bi de ortak bularak munih'te hauptbahnhof'a yakin goethe caddesinde bi donerci dukkani acti.. kizi meryem hochschule'yi bitirdi, bi muddet is bulamadi, dukkanda kasaya bakti.. zeki covgur odtu elektronigi kazandi..
1991: cemal yildirim'in kizi elif ve resat kayali'nin oglu alper 'ingilizce egitim yapan devlet okulu' sinavini kazanamadilar.. meryem isik alman mobil telefon firmasi d1'de sebeke izleme merkezi'nde gece vardiyali teknisyen olarak is buldu..
1992: ergun covgur guney sahillerimizdeki q kasabasina yine tatile gitti.. q kasabasi artik kucuk falan degildi.. ergun bey zamaninda q'dan arsa almadigina hayiflandi.. veysel kiraz'i yeni actigi gumuscu dukkaninda buldu, veysel ona enistesi hamdi avsar'in oturdugu otuz kilometre icerideki p kasabasindan bahsetti.. p kasabasi turistik degildi, ergun bey oradan kucuk bi arsa aldi..
1993: zeki covgur universiteyi bitirip ankara'da siemens'te ise girdi.. anadolu'nun bicok vilayetindeki fakulteler universiteye cevrildi.. y kasabasinda da x vilayetindeki universiteye bagli bi fakulte acildi..
1994: ergun covgur 50 yasinda 800 mark duzeyinde bi aylikla emekliye ayrildi.. bi musavirlik ofisi acti, yurumeyince alti ay sonra kapatti.. p kasabasindaki arsasina bi ev yaptirmaya basladi.. alper kayali ve elif yildirim 'turk akilli cocuklari lisesi' sinavina girmediler bile..
1995: turkiye'de gsm sistemleri kuruldu.. zeki covgur, kurs icin gittigi munih'te gerhard heinbrucke ile tanisti.. bir konusmada gerhard babasinin onumuzdeki senelerde emekli olacagindan, zeki de dolayisiyla p kasabasindan bahsetti.. turkiye'ye donuste taksitle sifir araba aldi.. q kasabasinda veysel kiraz kiraz pansiyonu yikarak yerine golden beach motelini yaptirdi..
1996: uzakdogulu yem fabrikasi sektorun amerikali dev sirketi tarafindan satin alindi.. resat kayali'nin maasi iki katina yukseldi.. resat bey lise ikide devlet lisesinde sene kaybeden oglu alper'i ozel bi yatili okula gonderdi.. cep telefonu aldi..
1997: amerikali yem fabrikasi yeniden yapilanma programini acikladi.. buna gore dil ve bilgisayar bilmeyen resat bey'in emekliligi istendi.. resat bey alper'in okul masrafi sebebiyle buyuk sikintiya dustu.. cep telefonunu kullanmadigi icin satti.. elif yildirim universiteyi kazanamadi..
1998: klaus heinbrucke, 63 yasinda 4000 mark maasla emekli oldu.. turkiye'ye ikinci kez tatile geldi, q kasabasinin yirmi kilometre disindaki baybars holiday club'da kaldi.. esiyle birlikte ziyaret ettikleri p kasabasinin sukunetine ve dogal guzelligine hayran olarak buraya yerlesmeye karar verdiler.. veysel kiraz'in p kasabasindaki enistesi hamdi avsar o sene vefat etti.. oglu arsalarini herr klaus'a satarak q kasabasina yerlesti, luks bi restoranda garsonluga basladi.. alper kayali universiteyi kazanamadi.. elif yildirim ikinci kez sinava girmedi..
1999: ergun bey'in dort senelik evine kalorifer tesisati dosetmeye karar verdi.. iscilik fiyatinin gecen senenin uc katina ciktigini duyunca vazgecti.. o sene kasabada aralarinda klaus heinbrucke'nin de bulundugu son bir yil icinde yerlesmis alti yabanci aile kalorifer tesisati dosetti, klaus bir de yuzme havuzu yaptirdi..
1999: resat kayali istanbul'da bir pazarlama sirketinde is buldu.. y kasabasindaki evini tasimadi, sirkeci'de bi otele yerlesti.. yeni sirketi bu seneden itibaren elemanlarina cep telefonu vermekten vazgecip sadece isle ilgili faturalarini odeme karari verdiginden borc parayla ikinci el telefon aldi.. alper ikinci girisinde y kasabasindaki yeni fakulteyi kazandi..
1999: hukumet gelecek sene icinde pancar taban fiyatlarinin yuzde onbes artirilacagini, orta vadede de peyderpey pancarda destekleme alimindan vazgecilecegini acikladi.. mursel isik elif'in nisanini seneye erteledi.. hemserisi resat kayali'nin cep telefonu aldigini duyunca arayip istanbul'daki is durumlarini sordu..
1999: veysel kiraz golden beach motelin terasina luxury plus lokantasini acti.. yegeni sedat avsar keci sakal birakti, q kasabasindaki diskolardan birinde bodyguardliga basladi, abaza turk erkeklerinden birini bile iceri salmadi..
1999: gerhard heinbrucke indonezya siemens'te teknik mudur olarak goreve basladi.. mursel isik munih'te ikinci 'kebapheime' dukkanini acti..
1999: zeki covgur siemens'ten istifa ederek bes kat ucretle sozlesmeli olarak alman d1 firmasina gecti.. alti ayin sonunda 'sebeke izleme merkezi yeniden yapilandirma' yazilimini tamamladilar.. d1 yazilimi satin aldi ve 'sebeke izleme merkezi'nde calisan bir turk, uc alman teknisyene cikis verdi.. meryem isik da isten cikarilanlar arasindaydi..
aloo.. kime diyorum, hala okuyan var mi..
yukaridaki yer ve kurumlarin yarisi, kisilerin de tamami uyduruktur.. biyerlerden tanidigim kisilerden esinlendim elbette, ama belki hikayeleri hic de boyle degil, ben onlara kafadan yakistirmisimdir..
bunlardan bitek zeki covgur'u taniyorum biraz.. ozgur cevik'e benziyor..
yakin cevremdeki insanlar ve bu yazilari yazdigim, e-mail erisimi olan diger insanlar.. kuresellesme denen hadiseden genel olarak memnunuz.. niye memnun olmayalim ki.. hepimiz 'turk akilli cocuklari lisesi'nde veya benzer yerlerde okuduk.. sansliydik..
ilginctir, sanssiz olanlar da memnun.. sagcisi, solcusu, laigi, dindari, askeri, sivili mursel'i, resat'i, turk toplumu cok az konuda gosterdigi gorus birligini avrupa uyeligi mevhumundan esirgemedi.. turlu sebeplerle.. en azindan simdilik..
bunu cehalete falan baglamaya kalkmayacagim.. evet, su anda turkiye'de yasayan, ozellikle orta yaslarina ulasan bicok insanin hayatini umdugu gibi surduremeyecegine inaniyorum.. ama bu cok, cok daha derin bi karar, onu da seziyorum.. 'bu halk kanun istiyor'..
kendi adima, anlayabildigim gunden beri, hem avrupa birligi'nden, hem de daha genis ve soyut baglamda kuresellesmeden tedirginlik duyuyorum.. umarim bu tedirginligi farkli sebeplerle tedirginlik duyan baska gruplarinkinden ayird etmeyi becermisimdir..
e ne olsun peki.. bu sorudan oldum olasi korkmusumdur.. valla bilsem, sizden mi saklayacam, soylerdim..
ama, onu da diyeyim icimde kalmasin, su anda bisey soylenememesi gelecekte soylenemeyecek oldugunu da garanti etmiyor.. yaklasik yirmi yildir tam olarak, 'muhalefet'siz bir ideolojinin yogun bombardimani altindayiz.. baska bir bakis acisiyla yirmilerce yil.. ayni govdenin iki bacagi olan kapitalizm ve marksizm zihin dunyamizin iki kutbunu isgal edeli beri..
bu, bildigimiz, ikiser gozlu kulakli, birer burunlu, ikiser kollu ayakli, birer tenasul uzuvlu, birer kilo beyinli insanlar binyillar boyunca dogalarinin geregini yaptilar: yuruduler, kostular, hopladilar, yediler, ictiler, ciftlestiler.. ben diyeyim ikiyuz senedir, siz deyin ikibin senedir, yarattigimiz medeniyet cesitli sekillerde bunlari bastirmaya calisiyor.. baska baska turlu garip marip hareketler yapmamizi istiyor.. belki de mustehaktir: medeniyet, kendini yaratan insan'i begenmiyor..
medeniyet, daha 'ustun' bir yeni 'insan' istiyor..
yedeksubay acemi okulunda muhabere dersine bi albay geldiydi.. bi on-onbes dakka flama-bayrak biseyler anlatti hakkaten.. sonra birden tepegozu kapatti.. askeriyenin lojman hadisesine zipladi.. daha dogrusu siviller bu lojman isini elestiriyomus, ona yanit veriyor.. gitmisin agri dogubeyazit'in ziklemen (ulan, koca albay, yakisiyo mu, yoksa yannis mi duyduk) tepesine, kiralik ev var biz mi tutmadik .... (hayir yannis degilmis, burda o malum sunturluyu salladi iste).. sonra g3 hiziyla asgari onbes dakika butun siviline toplumuna saydi sayistirdi, ne yakasi acilmadik kufurler..
dediginin biri suydu.. askerde diyo, angarya var diyolar, diyo.. neymis diyo, patates soydurmusuz.. parasiyla adam tutsak bu sefer de adam tuttu derler, diyo.. e bi de sor bakalim (yine o galiz kufur), o patatesler kendi kendine birakinca soyuluyo mu..
evet, konumuz bu.. (ben biraz kufru yumusatayim) taktiimin patatesini kim soyacak..
atv'de konuyla ilgili tartismayi seyrettiniz mi.. baska yerde de olduysa baska turlu olmamistir herhalde.. zirta zivile itiraz eden var.. yok pahali teknolojiymis, yok kurdun mu kac senede sokulurmus, yok ora fay hattiymis.. valla acikca soyleyeyim, hic bi fikrim olmadan ekran basina oturmus olsam, nukleer santral yandaslarina hak vererek kalkardim.. teknik vukuflarindan olayi degil.. iste su son derece yalin arguman:
"termik santral kuralim deriz, baca tuttu dersiniz.. hidroelektrik kuralim deriz, tarih su altinda kaldi dersiniz.. nukleer santrale de boyle boyle dersiniz.. bu taktiimin enerjisi nereden gelecek.."
uzmanlar var.. planlamalar yapiyorlar.. kararlar veriyorlar.. sonra demokratigiz ya, o karari kamuoyuna acikliyorlar.. biz de tartisiyoruz.. tartisirken tartisirken biseyleri de bilemiyoruz iste.. o vakit anlamli anlamli gulumsuyorlar.. siz sunu bunu biliyo musunuz bakalim.. efendim.. yaaa.. konusmayin o zaman iste..
bi memleketin nufusu onyilda yuzde oniki-onuc artarken enerji ihtiyaci neden iki katina cikar.. birileri ciksa, hem de hasbelkader gercekten tarafsiz olarak izah etse, efendim enerji iki katina cikarsa sunlar sunlar olacak, cikmazsa da olmayacak, dese.. hemen hemen eminim ki, su anda nukleer enerjiye karsi cikmakta olan insanlarin bir bolumu de dahil olmak uzere toplumun kahir cogunlugu, aman aman pek iyiymis, iki katina degil yirmiiki katina ciksin diyecektir..
ciksin.. ciksin ama adama sorarlar iste.. taktiimin enerjisi nereden gelecek..
bir.. mevcut enerji tuketiminizle kanaat edersiniz.. tamam, anladim.. biliyorum.. ben de gercekci demediydim zaten, tutarli dediydim.. bu sikki desmek icin bilgi gerekiyor.. yukarida sordugum sorular iste.. enerji tuketimi niye boyle destursuzca artis halinde planlaniyor, mevcut nelere yetmiyordu, yenisi nelere lazim gibi teknik bilgiler.. (bu listede bu soruyu bikez daha sormustum, yanit veren olmadiydi.. bilgisi olan varsa bizimle paylasabilir mi.. bilgi edinene kadar cenemi kapiyorum..)
iki.. patatesi yiyecek olan soyar.. efendim o santrali oraya, akkuyu'ya kurmazsiniz.. hatta uzungol'e, firtina vadisi'ne hidroelektrik santral bile kurmazsiniz..
akkuyu bizim degildir.. turk devleti olarak falan demiyorum.. tur olarak.. insan turu olarak.. amazon ormanlarinin brezilya'nin, niyagara selalesinin amerika'nin olmamasi gibi..
hadi konya ovasi insanlarin olsun.. harran insanlarin olsun.. istanbul insanlarin olsun.. cook evvelden gelmisiz, ekosistemini neyini coktan duman etmisiz.. birakalim, birakmamiz lazim, dunyanin bir miktari da milyon kusur cesit diger canlilara kalsin..
evet, akkuyu'da bir insan yerlesimi yok degil.. nufusu kac bilmiyorum, yakinda ogreniriz.. onbinden fazlaysa su biyigimin yarisini keserim.. gumushane savsat 5500 mesela.. istanbul'da 40000 savsatli vardir belki.. ureyen gocmus.. yok iste, o toprak izin vermiyor iste.. o toprak donup dolanip ladin ormani oluyor.. ha evet, bi yolu var aslinda.. hidroelektrik santral yapalim oraya.. hem ahaliye is cikar, goc etmezler.. hem de su birikti ya ormani keser-duzler-sular tarla yapariz..
atv'deki o tartismada en onemli argumani iste o akkuyu'dan gelen ve programin sonunda onbeser saniye konusmalarina lutfedilen akkuyulu iki koyluden biri soyledi.. bunca soruya basariyla yanit vermis uzmanlar baslarini onlerine egip gulumsemelerini sakladilar.. muhaliflerin ve alikirca'nin yuzunden de birer "aman ne sekeeer" gecti..
"gidin" dedi amcam "nereye kurarsaniz kurun santralinizi.. o elektrigi ben mi kullaniyorum.. gidin istanbul'un ta gobegine kurun.."
getirelim istanbul'un ta gobegine kuralim su nukleer santrali..
kendimi kutlarim.. hakli ciktim.. amerikalilar kotu adam degillermis.. isa'dan sonra ikinci milenyumun son amerikalilari kotu adam degillermis.. kendileri icin ne istiyorlarsa turkler icin de onu istiyorlar.. onaltinci yuzyil ispanyol cizvit papazlarinin ve bu yuzyilin ortasindaki fransiz humanistlerinin istedigi gibi.. papazlar latin amerika yerlilerinin ruhlarini kurtarmislardi, fransiz kamuoyu da afrika 'ulus'larinin bagimsizligini.. amerika tum dunyayi kurtaracak..
amerika tum dunyayi neden kurtaracak..
...
bi arkadas soyledi.. o da anlayan birinden okumus, gozleri tamamen kapali'yla ilgili bi elestiride bunuel'in filmine gonderme varmis.. tesadufen o filmi seyretmistik.. bunuel'in 70'lerdeki sorusu suymus: kapitalizm basarabilir mi.. ya bunuel kubrick'e veya kubrick bunuel'e veya karsilikli birbirlerine hayranlar.. kubrick, simdi ana temadan bagimsiz olarak arkada bi yerde caktirmadan soruyormus, tirsmis besbelli: kapitalizm (yoksa) basaracak mi ..
kapitalizm neyi basaracak..
...
aksam, uzun araliklarla da olsa katilmamda fayda gorulen bi aile gezmesindeydik.. muhabbet kusu da var.. genisce bi evin oniki metrekarelik oturma odasinda alti kisi sikisik da bi vaziyette oturuyoruz.. doga belgeseli vardi, geniis bi cayirin ortasinda bes alti gergedandan olusan bi suru.. ve soru.. gergedan ne ise yarar.. dogru ya, koyunun eti yenir, ata binersin, kopek de ev bekler..
gergedan ne ise yarar..
...
turklerin de cogu aslinda amerikalilarin kendileri icin istedigi iyi seyleri istiyor.. amerikan baskani turk basbakaninin, turkiye'deki ilk misyoner okulu olup amerika'nin da disardaki ilk misyoner okulu olan robert kolej mezunu olmasindan duydugu memnuniyeti ifade etti.. sonra anlatti anlatti.. turkiye'nin gelecek yuzyila neden damgasini vuracagini gerekceleriyle anlatti.. islam dunyasinin uc diger ucundaki uc diger ulkeden, indonezya'dan, fas'tan ve nijerya'dan bahsetti.. o gergedan'in memleketi belki nijerya'dir.. nijerya'nin da kuskusuz kurtulmasi gereken biseyler vardir..
ingiliz kasifler 1870'lerde nijerya 'dedigimiz' topraklari ilk kez 'kesfetmeden' once kurtulunmasi gereken seyler var miydi..
...
bir muddettir kusatilmislik hissediyorum.. nasil demeli.. dar gibi.. dar ve yuksek.. yuksek ve gurultulu.. gurultulu ve kalabalik..
ferah bi yer var midir ki.. yuz sene sonra da olacak mi.. varsa ben yasayabilir miyim..
...
amerika turkiye'yi kurtaracak.. elbette nijerya'yi, fas'i ve indonezya'yi da kurtaracak.. turkiye de esek degil ya artik azerbaycan'i, irak'i kurtarsin.. indonezya yeni gine'yi, fas moritanya'yi kurtarsin.. nijerya'nin isi biraz cok.. ama sonunda herkes kurtulacak.. istikrarli, mureffeh milenyum.. bin yillik reich.. kapitalizm basaracak.. sorunun ingilizcesi nasildi acaba.. 'can/will capitalism succeed'.. belki de 'can/will capitalism manage'dir..
kapitalizm becerecek mi..
...
nijerya'nin bugunku nufusu sanirim yuz milyon dolayinda.. nijerya'nin yuzelli sene evvel ne sorunlari vardi acaba.. sorunlari uzerinde kafa patlatan aydinlari, aydinlarinin utopyalari var miydi..
nijerya'da yuzelli sene evvel kac kisi yasiyordu..
...
hicbirinin yanitini bilmiyorum.. hayir, birinin biliyorum..
genisce bi evin oniki metrekarelik oturma odasinda alti kisi sikisik da bi vaziyette oturuyoruz.. doga belgeseli vardi, geniis bi cayirin ortasinda bes alti gergedandan olusan bi suru.. gergedan ne ise yarar..
gergedan iste o geniis cayirda hantal hantal kosmaya yarar..
nasildi simdi bu fiziksel alemin yasalari.. soyle miydi: naciz beyinlerimizin zamani ileri diye algiladigi yonde entropi artar.. hawking'in verdigi basit ornekle odaniz kendi haline birakildi mi surekli dagilma egilimindedir..
cok sukur fizik yasalari esnek bir alan birakiyor: zaman zaman ve yer yer 'maksimum entropi'ye degil 'minimum enerji'ye yonelik tepkimeler oluyor, gecici olarak degisik karmasiklikta bilesikler, yapilar olusuyor.. genel kural degismiyor, entropinin bu yerel azalmasi baska bir yerde daha buyuk bir duzensizlige yol acarak toplam entropinin artmasini sagliyor, ama yine iyi: bu sayede bazi karbon atomlari bazi oksijen, azot, hidrojen, fosfor atomlariyla birleserek sizin benim olusmamiza acik kapi birakiyor..
biyolojik olum gecici olarak bedenimizde birlesmis karbon ve bilumum atomlarin bagimsizliklarini ilan etmesidir.. vaktiyle rahmetli dedemin karacigeri, bobregi olarak vazife yapmis karbon atomlari su anda kimbilir hangi agacin yapragi, kusun gagasi, ocagin komuru oldu.. fani bedenin dogal sonu.. entropi olumdur..
bu karbon dedigimiz oyle de bi meret ki, malum dort baglidir.. baska bazi karbon atomlari ta kimbilir ne zaman, kendilerine birakilmis esnek alani istismar etmis, sadece birbirleriyle duzgun dortyuzlu seklinde baglar kurup, evet elbet bigun dagilacak, ama naciz bedenlerimize kiyasla pek daha kararli yapilar olusturmuslar: elmas.. bu atomlar asirlardir, biyolojik hayatin surasinda burasinda yeralan esdeslerine gore epeyce sikici bir omur suruyorlar.. hep ayni kristal yapinin icinde.. her tuttugunun altin olmasi istegi kabul edildiginde pek sevinip sonradan fittiran kral gibi.. iyi ki butun karbonlar tutup elmas olmamis.. kristallesme olumdur..
biyolojik hayat iki asiri ucun; kaosla kozmosun arasindaki araligin urunudur..
biyolojik hayatta olan biten, fizik yasalari duzleminden bakildiginda aleladedir.. ha falan yerde sodyumklorur suda cozunmus, ha filan yerde aminoasit olusmus.. bunlar ha falan dagda ruzgar esti diye olmus, ha filan cakal ceylani yedikten sonra olmus.. yine de yepyeni bir yasa bu, biyolojik yasa.. kendisini onceleyen fizik yasalarinin tamamen icinde, ona uygun.. fakat baska bir duzlemde fizik yasalarinin umursamadigi yeni duzenlilikler ongoruyor..
bireylerin turdesleriyle topluluk halinde degil de tekil olarak yasamasi, bildigim kadariyla ciddi bir istisna.. karinca karincalarla, ceylan ceylanlarla yasar, cakal tek basina avlanma yetenegine sahip, o bile bi avantaji olacak ki, surusuyle yasamayi tercih ediyor.. hadi saldiri ve savunma icin hic ihtiyaci olmadigini varsayalim, ne bileyim adam en azindan ciftlesecegi zaman dag bayir dolanmak istemez.. turlerin bireyleri birarada yasiyor, birbirlerine karsi 'kayitsiz sartsiz dayanisma'dan 'olurolmaz mucadele'ye uzanan bir yelpaze icinde degisken davranislar sergiliyorlar, bunu da (tamamen degilse) onemli olcude icguduleri dogrultusunda yapiyorlar..
yerkuremizde yasayan canlilar arasinda icguduleri en fazla yatak yorgan ortulmus, derinlere gomulmus olani insandir.. acik arayla.. nedense neden.. yavrularin ebeveynle uzun zaman gecirmek zorunda olmasi mi, zihinsel ve dilsel yeteneklerinin geliskin olmasi mi, soyutlama yetenegi ve olumun farkina varmasi, olumsuzluge olan dinmez meraki mi.. bunlardan biri oburunun, hepsi birbirinin sebebi sonucudur belki.. veya degildir, ne bilirim.. sunun altini cizelim: insanlar arasi iliskiler biyolojik temelleri kadar, belki daha fazla kulturel etkenler dogrultusunda sekillenir.. bu kulturel etkenlerden bir kismi birbirinden habersiz toplumlar arasinda bile ortak ozellikler gosterir, veya biz simdi tarihi bastan yazarken oyle iddia ediyoruz.. bunlara 'insanlik' diyoruz..
toplumsal hayatta olan biten, hem fizik hem biyoloji yasalari duzleminden bakildiginda aleladedir.. ha falanca hakkin rahmetine kavusmus, ha filancalar birbiriyle ciftlesmis.. ha testesteronu arttigi icin ciftlesmis, ha (biyolojinin hic tanimadigi bir lisanda) buna 'ask' demis.. yine de yepyeni birtakim duzenlilikler var ortada.. kendisini onceleyen fizik ve biyoloji yasalarinin tamamen icinde (bazi durumlarda uygunlugu su goturur).. fakat baska bir duzlemde fizik ve biyoloji yasalarinin umursamadigi yeni 'degerler' uretiyoruz..
insanlik nedir.. mesela ceylanlik, karincalik diye bisey yok (cakallik var, ama cakala ithaf ettigimiz insani ozellikleri tarif ediyor).. insana atfettigimiz ayirdedici ozellik 'irade'dir.. 'dil'dir.. dilin evladi 'soyutlama'dir.. soyutlayip doganin icinde mundemic olmayan 'esitlik'i tasavvur etmektir.. doganin icinde mundemic miydi, degil miydi.. vardiysa bile bigun biyerlerde yitirilmis 'ozgurluk'u tasavvur etmektir.. urettigi kavramlardan gaza gelip olanin oldugu gibi olmasina razi olmamak, olani oldugundan farkli tasarlamaktir.. insanlik 'tasari'dir..
dinsel inanciniz varsa durum degisebilir.. ben etik degerlerimizin dunyevi aciklamalari olduguna, uhrevi olmadiklarina inaniyorum.. insan yokken yoktular, insanla birlikte, insan idrakinin cercevesi icinde, insan tarafindan, insanlarin serbest iradeleriyle uretildiler.. uretilenlerin bir kismi zaman icinde yokoldu, yenileri uretildi.. yokolmaya, yeniden uretilmeye devam ediyorlar.. biyolojik olan icgududur.. icgudumuz bize hazzi telkin eder.. yemeyi icmeyi sicmayi sevismeyi.. belki de oylesi iyidir.. iyi midir.. nizami intizami dert etmek benim isim degil, birakayim kolluk gucleri dusunsun.. icguduyu haline birakinca illa ki bisey olur.. tasari 'boyle de olabilirdi, olabilir mi, evet, evet, olabilir' demektir.. 'boyle olabilmesi' icin iradi davranmak, hazzi ertelemek gerekir.. olabilecek olan 'boyle'nin bigun olmasi veya olmasi icin ugrasirken umulmadik bi 'soyle' olmasi: 'birikmis hazzin tahsili'.. tumden tasarisizlik plazma halidir.. oyle, boyle veya soyle olmasinin benim icin hicbi anlam ifade etmemesi demektir.. oyle, boyle veya soyle olmasindan ne haz almam, ne de aci cekmem demektir.. 'tasarisizlik' insanligin entropi'sidir.. olumudur..
ote ucta, 'ne oyle, ne boyle, illa ki de soyle olsun' diyebiliriz.. tasarlamisken bi kere tasarlayayim, tam tasarlayayim.. gecmisi gelecegi, olmusu olacagi, yerdekini goktekini, dagdakini ovadakini, aydinligi karanligi, yoklugu varligi, hepsini sizler icin birbir bildim, ey insanlar.. nasil yiyip nasil iceceginizi, nasil sicip nasil seviseceginizi hep bildim.. ezeli bildim, ebedi bildim.. insanlar arasi iliskileri, degistirilemez, degistirilmesi teklif dahi edilemez kurallara baglayabiliriz.. bireyleri serbest iradelerini, vicdanlarini kullanmalarina gerek duymayacak mutlak duzenlemeler altina sokabiliriz.. bunu siyasi orgutlenmelerimiz eliyle, yazili yasa seklinde yapabiliriz.. cok kati tabularla, sozlu dogmalarla yapabiliriz.. binyil degismeyecek toplumlar tasavvur ederek yapabiliriz.. yeni nesilleri binyil itiraz etmeyecek sekilde yetistirerek yapabiliriz.. ezeli ve ebedi yasa: kristal.. 'binyilcilik' insanligin olumudur..
insanlik, iki asiri ucun, 'ne olsa olur' ile 'sadece bu olur'un.. tasarisizlikla binyilciligin arasindaki araligin urunudur..
hep olageldi.. islam'da nizamialem, hristiyanlik'ta isa'nin kralligi, cin'de kimbilir ne, ama mutlaka biseydir, adi verilen istikrarli toplum ozlemi, modern caglarin yepyeni bir icadi degil.. dinlerin ilk cikislarinda varlik sebebi, oturdukca mesruiyet dayanagi bu degil mi aslinda.. iktidar-toplum iliskisinden aile ici iliskilere, ticaretten ceza hukukuna hayati genel bir semsiye altinda duzenleyen ve giderek donan bir degerler manzumesi.. siyasi egemenlerin adini olumsuzluge ulastiracak, toplumun ust kesimlerinin ust kesimliginin devamini, orta ve alt kesimlerin de en azindan sefalet cekmemesini saglayacak sihirli formul, bir 'buyuk koalisyon'.. veya 'buyuk koalisyon hayali'.. cunku hicbi vakit gerceklesmedi.. yakindogu'nun kuvvetli siyasi rejimleri, roma, pers, bizans, abbasiler ve osmanlilar ne ozdes uyruklara, ne ozdes olmayan uyruklari ozdes kilacak, beklenmedik ic dinamikleri denetim altina alacak araclara sahip degildiler.. ikincisi, gerek bunlar, gerek cin'de daha ozdes uyruklara sahip hanedanlar, binyil gecmeden disaridan yine gelecek barbar istilasinin tehdidi altindaydi..
siyasi egemenlerin ve toplumun ust ve hatta orta siniflarinin onayini almayan muhalif toplumsal akimlarin da iclerinde bir binyilcilik nuvesi besledigine dikkat cekmek gerekiyor.. yaklasik olarak cagdas olan jan hus ve bedreddin birer oze donus vaiziydiler.. "bu adalet denen mereti siz beceremeyeceksiniz, birakin biz becerelim".. bedreddin'in arkasi gelmedi.. hus ise herhalde kendisinin hic kestiremeyecegi dinamikleri tetikledi, ortacag boyunca avrupa'nin orasindan burasina sicrayan toplumsal gerginliklerin sonuclarini tasavvur bile edemeyecegini dusunuyorum.. daha yakin donemlerde dunyanin cesitli bolgelerinde, en meshuru sudan'daki, modernite karsiti basarisiz mesiyanik ayaklanmalar biliyoruz.. (1920'de ukrayna'da, onbes sene sonra ispanya'da ortaya cikan tasra kokenli anarsist kalkismalar da bunlara dahil edilebilir.. siyasi iktidar hedefi koymamalariyla digerlerinden ayrilirlar, bunlara 'ahir zamanin pastoral binyilcilari' demek daha dogru olabilir.. hayir, keske franko ve trocki kazanacagina durruti ve mahno kazansaydi, o ayri.. burada sadece, siyasi iktidar projesi icermeyen, ama bunun yerine toplumun ic baski mekanizmalarini ikame etme tehlikesi tasiyan alternatif binyilciliklara dikkat cekmek istiyorum)..
bu laf kalabaliginin ardindan soylemek istedigim su.. istikrara, dondurulmus toplumsal iliskilere, vicdana ve serbest iradeye alan birakmayan kurallar butunune olan talep siyasi egemenlerin kendibaslarina oynadiklari bir oyun degil.. ahalide boyle bir talep, en azindan gizil olarak var, donem donem bazi kisiler, kadrolar bu talebi siyasi bir programa donusturuyor.. yirminci yuzyilin ozellikle ilk yarisi bu programlarin nerelere ulasabilecegini gosterdi.. naziler, olse vicdanini kimseye teslim etmeyecek bir halkin basina gecmedi.. hitler "bin yillik reich" diye haykirdikca sevincle ellerini cirpistiran bir kitlenin, evet biraz saibeli ama, oylariyla devraldi iktidari.. mussolini genclik yillarinda bir sosyalistti, fasist ideolojide yogun onem atfedilen 'kooperasyon' ve hatta fasizmin adi (fas, tek tek zayif oldugu halde biraraya geldiginde kirilamayan odun demeti demek), projenin siyasi iktidar taliplerinden gelmekle birlikte kitlenin damarini yakalamaya calistigini gosterir.. bolsevikler, evet, toplumun alt katmanlarinin ayaklandigi bir devrime onderlik ettiler ve iktidarlarinin ilk ceyrek asrini korkunc bir donusturme ile gecirdiler.. ama kitlelere vaadedilmis olan, gecici proletarya diktatorlugunun ardindan gelecek bir "dunyada cennet"ti, utopya varsa tanimi geregi donmustur, degismezdir.. daha da beteri, 70'lere 80'lere ulasildigina toplumun daha vaadedilmis cennet'e ulasmadan evvel uyusma belirtileri gostermesi.. bol bulamac olmasa da mebzul miktarda yiyecek, merkezi sistemden evlere sicak su, ucretsiz egitim ve saglik.. orta sinif daha ne ister ki..
fasizm ve komunizm, erken otmus horozlardi.. degisik yontemler de ongorseler, modern ve istikrarli bir orta sinif toplumu kurma projeleriydiler.. mesruiyetlerini sadece kaba baskidan degil, cogunlugun dogrudan veya zimni desteginden aliyorlardi.. kaba baski sadece projeye cesitli sebeplerle itiraz eden bir grup (etnik veya siyasi) azinliga uygulandi ve evet, cok dramatik sonuclar verdi.. orwell '1984'u yazdi.. ve sonra yikilip gittiler.. sabirsizdilar, binyillarini biran evvel baslatmak icin gecmisten aldigi hizla suren toplumsal dinamiklerin dinmesini beklemek istemediler..
bugun tehlike, eger varsa, '1984' degil, huxley'in 'cesur yeni dunya'sidir..
antik ve ortacaglardan bu yana dunyada degisiklikler var: - uretim, sanayi devriminin ardindan muazzam duzeyde artti.. evet nufus da artti.. ama uretim en azindan bati avrupa ve kuzey amerika'da artan nufusa da yetebilecek kadar artti.. - dunya isgal edildi.. artik dunyanin bir kosesinde ne yaptigi ne ettigi ne vakit azip saldiracagi bilinemeyen hunlar, mogollar yok..
bunlar 1930'da da iyikotu boyleydi.. 1930'dan bu yana da bazi degisiklikler var.. - 1930'da henuz tam oturmamis olan 'modern etik' giderek oturuyor.. bu bitmis bir surec degil, oturmaya devam ediyor.. kapitalizmin, fasizm ve komunizm hadiselerinden dersini iyi alarak 'sosyal devlet' politikalarini dikkatle uygulamaya koymasini bu bapta sayabiliriz.. artik 'yoksullari ve kelaynak kuslari'ni bizim adimiza dusunmeleri icin kurumlarimiz var.. ote yandan toplum da, yine en azindan bati avrupa ve kuzey amerika'da uremeyi dondurdu.. artan refahin toplumun en alt katmanlarina bile mebzul miktarda ulasma olanagi artti..
- iletisim devrimi yasandi, yasanmaya devam ediyor.. dunyanin cesitli yerlerinde cagriya cevap verecek seckin adaylarinin bu cagriyi duymasi eskisinden cok daha buyuk bir hizla gerceklesiyor.. televizyon ve internet bir nevi 'otomatik misyoner' rolunu buyuk bir basariyla oynuyor.. isgal 'derinlesiyor'..
- ve belki de en onemlisi, hizla ilerleyen, merakla beklenen, bugunlerde oldugu gibi aradabir verilen 'ara gaziyla' daha da hizli ilerlemesi ve daha da merakla beklenmesi saglanan genetik devrimi..
insanin bilme merakina neredeyse kutsal bir onem atfediyoruz.. ben de ediyorum.. ama her an bir adim otede o faydaci soru: "ee, ogrendik.. peki bu ogrendiklerimiz ne ise yarayacak"..
oyle ya, bilgi dedigin bi ise yaramali.. ya nufusumuzu artirmamiza, ya da istikrarimizi pekistirmemize yaramali.. tasari'dan (project karsiligi) tasarim'a (design karsiligi) terfi edeli halihazirda epey vakit gecti.. topragi surmek icin saban tasarimini, surulen toprakta yetisecek urune asi yaparak bitki tasarimini, damizlik hayvanlar secip
sadece onlari ciftlestirerek hayvan tasarimini bikacbin yildir biliyoruz.. fizigin kanunlarini ogrendikten sonraki ikiyuz yil icinde bunu buhar makinesine, elektrik ureten barajlara, otomobile, ucaga, traktore tahvil ettik.. ucundan kiyisindan ogrendigimiz bitki ve hayvan genetigini gida sektorunde kullanmamiz icin kimse oyle asir falan beklemedi.. simdi onumuzde yepyeni, ucsuz bucaksiz bir derya var.. insan genomu..
insan 'tasarim'in oznesi olmaktan nesnesi olmaya gidiyor..
esasen 'egitim' denen surec boyunca da uzun asirlardir insan tasarliyoruz, fakat insan zihninin isleyisine disimizdaki doganin kanunlari kadar vakif olmadigimiz icin tasarlanan insan, bereket, her zaman tasarlandigi gibi cikmiyor.. cikmiyordu.. simdi insan yetistirmek, insani tasarimin nesnesi haline getirmek icin cok kuvvetli olabilecek (henuz bilmiyoruz) bi arac ufukta gozuktu..
ahali artar.. artan ahali kanun ister.. daha zarif ahaliler otoritenin dikte ettigi kanun yerine daha icsel bir jandarma ister.. yuzyillardir bu jandarmayi babadan kalma yontemlerle, egitimle olusturmaya calisiyoruz.. cok sukur, artik musibeti kaynaginda onleme imkani ufukta gozuktu..
genlere hukmetmenin gercek tehlikesi ortaya cikabilecek manyak frankestayn'lar degil.. hepimiz kendi capimizda birer doktor frankestayn'iz.. doganin bize bahsettigi ureme yetenegimiz tasarlanmamis, demek ki kusurludur.. cunku kusurlu bireyler cikarabiliyor.. eger onceden tesbit etmek, onlemek ve hatta degistirmek mumkunse kim cocugunun ozurlu olmasini ister.. eger yarin oburgun ise girerken genetik rapor istenecekse kim cocugunun dusuk iq'lu olmasini ister.. suca egilimi artiran bir gen oldugu 'tesbit' edilirse, ana rahmindeki cocugunuzda da bu genden varsa cocugu aldirir misiniz.. belli bir genin cocugun sigara icme ihtimalini artirdigi 'saptanirsa' ve sigorta sirketleri sigara icenleri yuksek risk grubuna dahil ediyorsa, daha dogmadan gen tedavisi uygulatir misiniz cocugunuza.. ya mesela televizyonda uzmanlar bangir bangir onsekizinci genin hipergamma bolgesindeki bir gen diziliminin 'uyumsuzluk' geni oldugunu 'ispat ederse', "yahu neymis bu uyumsuzluk geni, oyle boktan gen olmaz" mi dersiniz.. yoksa ne olur ne olmaz, isinizi saglama mi alirsiniz..
'saptama'yi, 'ispat etme'yi kasten tirnak icine aldim.. haberiniz olsun, onbes seneye kadar yepyeni uzmanlarimiz olacak.. simdi nasil nukleer enerji uzmanlarimiza bir is gerekiyorsa, onlara da o gun bir is gerekecek.. kimseyi biseye zorlamalarina gerek yok, oyle nazik bir konudan bahsediyoruz ki, hurriyet gazetesinin arka sayfasinda yapacaklari kucuk uyarilar yeterli olacak.. 'uyumsuzluk'u tanimlayan da onlar, tesbit eden de, onleyen de.. onlar calar, onlar soyler.. biz cahiller de oynariz..
su anda ortada gorunur bir 'binyilcilik' tehdidi yok.. gecmisten gelen hiz var, eylemsizlik momenti hizla gelenin bir muddet daha hizla devinmesini saglayacak..
emareler.. bence var.. ikiyuzotuzsekizinci yeni dunya duzeni'nin mimari clinton'dan, istikrar kelimesini duydukca ici bi hos olan, arka arkaya sayilar siralarken kendinden gecen dokuzuncu cumhurbaskanindan bahsetmiyorum.. sizden, benden bahsediyorum.. asirlardir kendinden beklenen randimani biturlu verememis 'egitim'in yerine cok daha elverisli bir oyuncak bulduk.. tasarim..
diyelim ki kagniya dingil yapilacak, ara ki uzun ince duz odun bulasin.. veya yamugunu bulasin da sonradan 'yonta egite' bi hal olasin.. halbuki fabrika varsa oyle mi ya, ver koca kutugu, yuz duzgun dingil cikarsin..
agaci yasken, hatta daha yesermemisken 'egme' olanagi..... az sonra..
cocugu yasken, hatta daha yesermemisken 'egitme' olanagi..... az sonra..
siyasi egemenlerin adini olumsuzluge ulastiracak, toplumun ust kesimlerinin ust kesimliginin devamini, orta ve alt kesimlerin de en azindan sefalet cekmemesini saglayacak sihirli formul, buyuk koalisyon..... az sonra..
yarin oburgun, 'ola ki' bi binyilcilik zuhur ederse.. bu sefer abbasi halifelerine, kutsal roma-germen imparatorlarina, tang hukumdarlarina (ve bunlarin uyruklarina) gore cok daha sansli olacak.. yeni bir ortacag gelirse onu disardan yikacak barbarlar coktan igdis edildi.. simdi elimize ic dinamikleri kontrol etme yonunde muazzam bir arac geciyor.. hevesle bekliyoruz.. karsiligi ne..
insallah 95 yasina kadar yasayacagiz..
yazarken yazarken kendim de karistiriyorum kafamda.. nesi kotu.. yeni cesur dunya'ya dogacak cocuklar, eger o dunya hakikaten huxley'in korktugu kadar cesursa, benim terimlerimle dusunmeyecekler.. binyilcilik diye bi endiseleri olmayacak, cunku binyilcilik diye bi dusunceleri bile olmayacak.. ortaya cikabilecek bikac uretim hatasi disinda sikayet eden de olmayacak..
endisemi hicbi nesnel sebebe dayandirmiyorum.. tamamen oznel.. kacinilmaz olarak bi miktar ajitatif, bi miktar da romantik olacak..
basa sarayim.. karincalar karincalarla yasar.. aralarindaki iliskiyi cok kuvvetli bir 'donanim', icguduleri duzenler.. insanlar da insanlarla yasar.. donanimlari cok derinlere gomulmustur, aralarindaki iliskileri o donanimin uzerine yazilmis bi 'yazilim', yani kulturel etkenler duzenler.. kultur insanlar tarafindan 'yazilmistir'.. 'gonul ister ki', yazilmaya da devam etsin.. hem de kelimelerin ingilizce karsiliginin cagristirdigi gibi bu yazilim olabildigi kadar 'yumusak' olsun, gerektikce tekrar tekrar, ustune ustune yazilsin.. her nesil, hatta her birey tasarlamadigi, kimsenin de onun icin tasarlamadigi 'yabanci' bir 'maddeler dunyasinda', insan olmanin dramini tekrar tekrar bastan yasasin.. kendi serbest iradesiyle, vicdaniyla yazilimini yeni bastan olustursun..
yoksa 'insani olan'dan cikar, 'biyolojik olan'a doneriz..
ifade biraz muglak olursa kusura bakmayin, tektip insanlarin birarada yasadigi toplum, karbonla karbonun birleserek olusturdugu elmas gibi gorunuyor bana.. istikrarli, goz alici, ama ilginc degil.. her tuttugumuz altin olursa, hikayedeki kral misali tez zamanda fittiririz.. 'gonul ister ki', secmedigimiz, belki istemeyecegimiz kusurlar olmaya devam etsin.. ki biyolojinin akil ermez hunerleri hayata, iyi mi kotu mu olduguna bizim bastan karar veremeyecegimiz yeni secenekler sunsun..
yoksa 'biyolojik olan'dan bile cikar, 'fiziksel olan'a doneriz..
yasarim yasarken olurum olur dirilirim.. gece, yagmur ve duman: kistir evsizler usumus, picler acikmistir.. venya kucuk mutevazi yesil.. mavi kirmizi yildizi bol bir ulkeydi.. venyalilar adadan adaya salla gezerler prens ganen ve prenses alya kucukadada oturur buyukadada paryalari.. ezmezler.. az ezerler paryalar muteberleri uzmezler.. az uzerler.. kistir evliler evlerinde mesut bir televizyon ayinine yikanmistir.. uzak denizlerden buyuk gemilerle ilkin buyukadaya geldiler sari tarifsiz mucevherler ceplerinde gelenlerin geldigi kis iki parya supheli bir sekilde olduler kimse suphelenmedi.. iki parya yasarlar, olurler, dirilirler.. iki parya: boyunlarinda fil sinirleri.. prens.. size bir fener yapalim iki ada arasina saniniz kadar yuksek.. kistir.. yildizsiz yagmur dinse de, duman sonse de gece.. zifir zifir yansa da hakiki yildizlariniz oldu sizin yasasin yapma yildizlariniz! ganen hayranlikla fenere bakiyordu ve alya mucevherlere ikisi de tarifsiz.. sari.. real'e gelin.. uc buyuk carsimiz cafelerimiz sinemamiz.. celik konstruksiyon yapilarimizin kollari altinda kendinizi depreme karsi guvende hissedeceksiniz fakir cirkin cahil ve bilumum diger kara insanlari gormeyeceksiniz.. alya gozleri mercan mercan acilmis cansiz yatiyordu sari tarifsiz mucevherler boynunda ve fil siniri.. onlara kucuk burjuva deyin sarsacaksiniz.. baltan huzursuzca kirdi kamciyi kucuk gozlerini telasla kirpistirdi hantal vucudu belki ilk kez pisman veya sadece korkuyordu.. ganen buyukada'ya gelince ogrenecek.. gelmemeli sistrin.. cekme burunlu olani gozleri mavi, cizgi gibi ince sakince giydi cizmelerini.. gunah varsa eger ortak oldugumuzu hatirlatin onlara: kucuk burjuva deyin yipranacaklar.. uzakta fener yaniyordu alya cansiz yatiyordu gozleri mercan mercan acik yanaklari al aldi gunes ve mevsimler dondu yildizlar bir bir sondu prens ganen veremden oldu tac bir gasibin elinde kaldi.. kistir urkekler cekinmis, yorgunlar usenmistir.. yalnizlar kusanmistir ustlerine yakisacak neleri varsa artik: gece, yagmur ve duman..