Bu yaziyi benim yazdigim bir yazi degil, bir kitaptan yaptigim derlemeler. Aralardaki egik yaziyla yazilmis yerler benim, diger hersey aynen kitaptan alinti.
Kitabin adi Cennetin Kokleri, yazari Romain Gary. Cennetin Kokleri, yazarin diger kitaplari gibi, Turkceye cevrilmis ve Can Yayinevi tarafindan basilmis. Her kitapcida bulunabilir. Benim yazimi degil kitabin aslini okumanizi ictenlikle oneririm.
Yazimin yarisindan cogunu alintilar olusturduguna gore cevirmenin isminden bahsetmemem haksizlik olur. Evet, cevirmenin ismi Gulderen Bilgili.
Kitabi kac kere bastan sona okudum, kac kisiye satin alip hediye ettim bilmiyorum. Bu yazi icin derleme yaparken farkettim, gecen zaman icinde roman kafamda basi ve sonu belli olan bir oykuden muglak sinirlari icinde her tur katkiya, yeni ayrintilarin ortaya cikmasina acik bir tur cizgi romana donusmus. Kisiler belli, yer belli, zaman belli, hatta olaylarin gidisati da az bucuk belli, ama yine de her yeni sayida yeni bir hikaye dogabilir, daha kenarda kalmis bir kisi kiyilarda bir hikaye anlatabilir, veya yeni bir gercek ortaya cikabilir.
Bu derlemede de bu hissi vermeye calistim. Kitap cok ustalikla kurgulanmis ve neden-sonuc orgusunu sirayla
anlatma kaygisi gutmeyen bir kitapti. Ben de mumkun oldugunca bunu bozmamaya calistim.
- Ali Ferhat Tamur
Ellili yillar, Afrika. Cezayir, Fas, Tunus bagimsizliklarini elde etmis. Cad Fransiz somurgesi. Ucsuz bucaksiz savanlar, gergedanlar, kuslar, coller, zurafalar ve tabii filler. Sitma, aclik, kabileler, misyonerler. Av partileri ve tum Afrika'yi yavastan saran bagimsizlik atesi. Gelisme ve ilerleme. Ve Afrika: insanligin ilk vatani, hala masallara, efsanelere yataklik edebilecek tek kita, dev bir hayvanat bahcesi. Kacakcilik, otorite boslugu ve seruvenciler. Resmi makamlar, din adamlari ve kabile buyuculeri. Ve filler, engel tanimayan, ekinleri ve tarlalari mahveden filler. Ve fildisi. Ve safari. Ve yalnizlik: Rusya'da, Fransa'da, Amerika ve Asya'da. Yalnizlik. Modern cag illeti, karni doyanlarin hastaligi.
Kopekler yetmiyor artik insanlara. Kitabi ozetleyecek bir cumle secmem gerekse bunu secerdim. Kopekler yetmiyor artik insanlara. Artik yalnizligimizi paylasmak icin kopekler yetmiyor. Cevremizde bulabildigimiz tum dostluklara gereksinim duyuyoruz.
Ve Afrika. Somurgecilik, yerliler, doga, seruvenciler, anarsistler, yalnizligi secenler. Yuvasini uzaklara catanlar. Ve bir ciglik, bir efsane, Morel. Bir idealist, bir duscu, bir inatci. Bir deli. Ve heyecan. Masallar kitasi Afrika.
Fillere saygi gostermenin zamani geldi. Yasama saygi gostermenin zamani geldi. Dogayi korumanin ve ozgurlugu savunmanin zamani geldi diyen bir ciglik. Bir insanlik dusmani. Insana inanan bir insanlik dusmani. Meshur dilekcesi ve evrak cantasiyla. Ciddi surati, tufegi ve Fransiz direnis orgutu armasiyla. Umitsizligin anlamini bilmeyen gozleri ve sadeligiyle. Cennetin kokleri.
Aylar boyu cabanin sonucu toplam iki kisinin imzaladigi bir dilekce. Ve evrensel bir sempatiyle kusatilmis olduguna karsi kesin bir inanc.
Ah! Hayir, boyle olmayacak. Tasvirler yeterli degil, olaylari da anlatmam gerekli: Morel ve dilekcesi cikagelirler. Fil avinin yasaklanmasi talep edilmekte. Dilekce alaylarla karsilanir, ve iki kisi disinda kimse tarafindan imzalanmaz. Morel dogrudan eylem diyebilecegimiz eylemlerine baslar: avcilarin takip edilip vurulmasi. Birkac kisi yaralanir, kimse olmez. Yaralananlar arasinda meshur insanlar vardir. Basin olaya ilgi gosterir. Morel gunun konusu olur. Kamuoyu boyle cagdas efsanelere ve daha da onemlisi hayvanlara karsi ilgi gostermektedir. Afrika'da da avcilardan, askerlere, kendi halindeki insanlara kadar bircok kisi Morel'e bir miktar sempati beslemektedir. Nefret edeni de, seveni de boldur yani. Morel her tur fil avinin yasaklanmasi halinde teslim olacagini soylemektedir, (hatta mahkum edilmeyecegine inanmaktadir) ama malum, devlet eskiyayla masaya oturmaz. Hem durduk yerde filler de nerden cikti simdi?
Bu arada Afrika'nin bagimsizligi icin calisan orgutler Morel'in populer olmasindan yararlanmak isterler. Fillere saygi gosterildigi surece hicbir siyasi egilimi yoktur Morel'in ve her yardimi kabul etmeye hazirdir. Ancak eylemlerinde hicbir siyasi yon olmadigini da kamuoyuna acikca duyurur. Morel'in artik davalarina yarardan cok zarar verdigini dusunen bagimsizlik taraftarlari onun yasayan degil olu bir efsane olmasinin daha iyi olacagini dusunmeye baslar. Malum, amac araclari bagislatir. Kisaca bu kadar. Kitabin sonunu soylemeyecegim.
Sert hatli bir metin. Dik basli bir dilekce. Kalbe seslenen bir ses.
Afrika'da sadece gecen yil otuz binin ustunde fil oldurulmustur... Insanlar tarafindan giderek batakliklara surulen ve yeryuzunden silinmeye mahkum edilen bu soylu devlerin sonundan kaygi duymaktayiz... Afrika'nin ucsuz bucaksiz topraklarinda dolasan gorkemli fil surulerini gormus ozgur bir insanin, bu canli guzelligi, insan adina layik olan herkesin yuzunde goruntusuyle her zaman mutlu bir gulumseme olusturan bu ozgurluk simgesini sonsuza kadar korumak icin ne gerekiyorsa yapacagina soz vermemesi olanaksizdir... Kibir cagi sona erdi; farkli ama bizden daha asagi olmayan obur hayvan turlerine daha anlayisli ve daha alcakgonullu yaklasmaliyiz... Bu gezegenin insani bulabildigi her dostluga gereksinim duydugu bir asamaya geldi, ve iclerinde bulundugu yalnizlikta tum kopeklere, tum kuslara gereksinim duyuyor... Hala aramizda yasayan bu dev boyutlu ve hantal guzelligi koruyabilecegimizi, boylesine bir ozgurluge aramizda hala yer oldugunu gostermenin zamani geldi...
Bir Alman kiz. Berlinli bir Alman kiz. Ruslarin Berlin'i isgali sirasinda askerlerce defalarca tecavuze ugramis bir kiz. Iri, duygulu, yesil gozleri ile siradan bir kiz. Arkasindan bir Rus askere asik olmus bir kiz. Arkasindan kacma planlari yaparken uvey amcasinin ihbari ile sevgilisinin kursuna dizilmesine tanik olmus bir kiz. Arkasindan uvey amcasi ile kalmayi (ve yatmayi) surdurmus bir kiz. Hayvanlari ve dogayi sevdigi icin Afrika'ya gelmis bir kiz. Bir otelde garson. Konsomatris. Dilekcedeki ikinci imza. Fahise. 23 yasinda bir kiz. Sempatik yuzu ve comertligiyle. Odasindaki hayvan posterleri ile. Afrika'nin gobeginde. Seksapeli ve Morel'e inanmasi ile. Pislik icinde bir mucevher. Veya pislik icinde bir cakil tasi. Efsanenin diger yarisi. Surukleyici yarisi. Minna.. Mary Madgalena.
O subay olmali diye dusundu Forsythe. Ve kursuna dizilmis bir Rus askeri olmayi tum kalbiyle istedi..
-Benim icin hic onemi yok, yok boyle birsey, hicbir zaman olmadi, bu beni lekelemiyor artik... Yo, oyle
bakmayin bana. Lanet olasi acimaniza gereksinim duymuyorum. Cok sayida erkegin bana sahip oldugu dogru, ne var
ki, insan alisiyor buna. Erkekleri pantolonlarini cikardiklari zaman yaptiklari seylerle suclayamazsiniz.
Gercek anlamda kirli isler icin iyice giyiniyorlar, dahasi uniformalar giyiyorlar, bayraklar, susler.. Prosit,
serefe!
....... Morel'le yattim mi?.. Ona yardim etmek istedim. Tum kalbimle yardim etmek istedim ona.. Hepsi
bu kadar.
Ve vali. Insan onuruna inanan. Ilerlemeye ve gelismeye inanan. Demokrasiye ve insan haklarina. Sanata ve aydinlanmaya. Bilime. Uygarliga. Yuce olan insandir. Onemli olan insandir. Filler degil. oyle degil mi?
Kizginlikla, demokrasiye gercekten inanan bir humanistin olanca ofkesiyle hala dimdikti sakali. Atesli gozleriyle taradi ormani ve Michelangelo'yu dusunmeye calisti ve Shakespeare'i, Einstein'i, teknik gelismeleri, pigmeler arasinda kadin sunnetinin onlenmesi, resim ve heykelde Fransiz ustalarin basarilarini, Rigoletto'nun Carusa tarafindan soylenen ucuncu perdesini, Goethe'yi dusundu; cocuk felci asisini, parlementer duzeni dusundu ve her dusunceyle birlikte sigara izmaritini agzinin bir kosesinden oburune hizla gecirdi. Altinda uzanan ormana ve yabanil filleri arasinda gizlenen insan dusmani Morel'e ofke dolu bir gozle bakti - 'vahsi' dedi icinden, sozcugu yineledi. Sonunda kendini galip ilan ettigi korkunc bir duelloya girdi onunla. Iste gokyuzundeydi, yukseklerdeydi, kollarini kavusturmus, sigara izmariti giderek daha cok islanirken, tek tek cetele tutuyordu. Genel kulturunu gozden gecirdi, iyi bir klasik egitim gormekten hosnuttu. Petrarca, Jaures, Johann Sebastian Bach - hepsi yerini almisti. Gercek bir onur savasimiydi bu. Beceri ve disiplinle, Radikal Sosyalist Partinin eski bir militaninin kurnazligiyla, Morel'in ortada gorunmese de, kendisi icin hazirladigi tuzaklardan kacinmanin yolunu bulmustu. Hidrojen bombasi olayini, Marshall adasi yerlilerinin sakatliklarini, Lucky Dragon'un Japon balikcilarini, Stalin'i ve benzeri konulari bir an icin bile dusunmekten kacinabilmisti.
Size bir sey soyleyeyim. Insanlik, yasli hanimlari Pekin kopekleriyle avunmaya iten yenilgi yada .. yada yalnizlik duzeyine ulasmadi henuz. Dilerseniz, Pekin kopekleri yerine filler de diyebilirsiniz. Hayvan sevgisi ayri, insanlardan nefret etme ayri seyler; dostumuzla ilgili konuda da ustune gittigimiz sey bu. Bu yuzden onu en kisa zamanda yakalayip kilit altina almak istiyorum. Bu olaylar dolayisiyla gozden dustugum icin degil; kisisel bunalimlarini felsefi goruslerle karistiran kisilerden hoslanmadigim icin istiyorum bunu.
Peder Fargue. Bir rahip. bir Hristiyan. bir misyoner. Ve yakinda ruyalarinda filleri gormeye baslayacak biri..
Git de o fillerini.. diye gurledi peder. Bu kitada bilmem kac kisi uyku hastaligina yakalanmis durumda, ekvator frengisinden soz etmiyorum, tikinmaktan cok s..tiklerinden - bebeklerin dogar dogmaz olduklerinden soz etmiyorum- trahom hastaligini duydun mu sen hic? Ya spiroketa, ya filaryoz? Ve sen filler icin yakinmaya geldin ha?"
Fargue'nin daha once hic gormedigi biriydi, kirli gomlegi, dolaklari ve birkac gunluk sakaliyla dogruca savanlardan cikip gelmis gibiydi. Sempatiyle bakiyordu Peder Fargue'a. Duyarligin baskin bir ozellik olarak one cikmadigi peder Pargue, yine de, bu atesli, neredeyse vahsi, bununla birlikte zaptolunmaz nese kivilcimlarinin pusuda bekledigi gozlerden etkilenmisti. Fransisken rahibi, burnunun ustundeki gozlugunu duzeltti, pek de inancli olmayan bir sesle yineledi: "Ve sen de filler icin yakinmaya geldin, ha?"
Morel hemen yanit vermedi. Yumruklarini sikti, sonra cebinden tutunkesesini cikarip sigara sarmaya koyuldu. Ofkesini elleriyle yatistirmak icin bunu yaptigini duyumsuyordu insan. Sonra gozlerini kaldirdi: "Beni dinle," dedi. Tamam, bir rahipsin sen. Bir misyoner. Bu yuzden bu islere burnunu sokmus durumdasin. Yani, tum bu acilar, tum cirkinlikler gunboyu gozlerinin onunde. Tamam. Acik yaralarin her turu gozlerinin onunde - tum ciplakligiyla insan sefaleti. Ya sonra, insanligin bu pisliklerini silip temizlediginde bir tepeye cikip degisik, yuce, guclu ve ozgur bir seye bakmak istemez miydin?"
Degisik ve yuce bir seye bakmayi istedigimde diye kukredi peder Fargue, masaya koca bir yumruk indirerek, yuzumu donecegim sey filler degildir, Tanri'dir. Morel gulumsedi. Sigarasini dudagina ilistirdi. Iyi ama seytanla yapilan bir anlasma degil ki imzalamani istedigim. Fillerin katledilmesini onleyecek bir dilekce yalnizca. Her yil iclerinden otuz bini olduruluyor. Otuz bin, kucuk bir tahmin bu. Bunu hic yadsima... Ve animsa...
Nese kivilcimlari vardi gozlerinde: Ve dusun peder, yalnizca dusun. Hicbir gunah islemediler. Kim islemedi diye kukredi Fargue. Filler be adam filler, baska kim olabilir ki?
Saskinliktan agzi acik kalmisti. Peki, ben.. Tam zamaninda durup hac cikardi. Otur dedi sonra.
Adam oturdu. Peder Fargue olayi boyle anlatiyordu, Adam oturdu ve bir sure kizgin kizgin bakistik. Anliyor musun, gunah islememis filleriyle bir bicak yarasi aciyordu sirtimda. Inanclarimi hedef alarak bicakliyordu beni. Gercek gunah, ve hersey -benden daha iyi biliyorsun bunlari. Beni tanirsin, eylem adamiyimdir: Esasli bir frengi olayi ver bana, soyle almis basini ilerleyen, bak bu tamam. Ama kuram.. Bu icdunyamizla ilgili bir seydir. Inanc, Tanri -tumuyle kalbimde bunlar, tumuyle icimde. Kafali biri degilim oyle.. Sonra icki ismarladim, kabul etmedi.
Baska tur bir birliktelige gereksinim duyuyorsa, insanligi bir yana birakip gercekten yuce ve degisik bir seye donmeye gerek duyuyorsa, fillerde takilip kalmakla hata ettigini, daha buyuk bir hayvanin, insanlarin yureginde yokolmasinin daha buyuk tehlikelere yol acacak bir seyin, Ulu Tanri'nin korunmasini ustlenmenin cok daha yararli oldugunu anlattim ona.
Altust etmisti beni, gulumsedi. Peki oyleyse, soyle bana, seni imzalamaktan alikoyan ne? Senden istedigim ruhun degil. Yalnizca bir imza. Istedigim tek sey insanlarin filleri oldurmeyi durdurmasi. Hicbir kotuluk yok bunda. Oyleyse neden kaytariyorsun? Beni avucuna almisti. Dogruydu, beni imzalamaktan alikoyan neydi? Dilim tutulmustu. Agzimi actim ama soyleyecek bir sey bulamadim. Burnumun ucuna kagit parcasini uzatip dururken tumuyle kontrolumu yitirdim, lanet olasi herifi ve fillerini firlatip attim disari. Ama soyledikleri aklimi kurcaliyordu. Nicin imzalamamistim? Onemsiz bir seydi, siyasetle ilgisi yoktu, piskopos karsi cikmazdi.. Geceyarisina kadar nedenini bulmaya calistim, gozume uyku girmiyordu. Sanirim sonunda nedenini buldum... Herifin olayi ortaya koyus bicimiydi neden, peygamberimizin, ugrunda oldugu insan turune hakaret eder gibiydi, cok ileri gidiyordu. Nasil bilmiyorum ama, dine karsi cikmami, kafir olmami istedigi izlenimine kapiliyordu insan.. Fillerini, gercekten degecek bir sey ugruna yasamlarini feda eden, savas sirasinda edindigim arkadaslarimin ustune yigiyordu. Sanki en onemlisi onlarmis gibi.. Dinsizlerden ve insanlara karsi nefret duyanlardan hoslanmiyorum..
Saint Dennis. Oule topraklarinin yoneticisi. Bir insan, bir beyaz, bir zenci, bir agac.
Afrika'nin ozerkligini, Afrika Birlesik Devletlerini dusleyecek kadar yasli bir Afrika'liyim ben, ancak sevdigim bir irki uzak tutmak istedigim bir sey varsa bu da tepeden tirnaga irkciliklariyla Afrika'li yeni Stalinler, yeni zenci Napolyonlar, yeni islam Mussolinileri ve Hitlerleridir.
Zencilerim tarafindan kendilerinden biri sayilmaktan, uygarligin yollarina kurdugu pusulardan korunmalarina yardimci olmaktan baska bir istegim yok dunyada. Yirmi yildir tek bir amacim oldu, buna sabit dusunce de diyebilirsiniz; karaderili insanlarimi kollamak, yeni dusuncelerin yayilmasindan, maddeciligin bulasiciligindan, siyaset hastaligindan onlari korumak, kabile geleneklerini ve olaganustu inanclarini Bati'dan sakinmalarina yardimci olmak, bizim yolumuzdan gitmelerini engellemek. Hicbir sey kara derili insanlarimi dinsel torenleri sirasinda gormek kadar etkilemedi beni ve ne zaman kabilelerimin birinde genc bir insani atalarindan kalma ciplakligi yerine pantolon giymis ve fotr sapka takmis olarak gordumse, ustune yuruyup kicina tekme attim.
Benim oralarda yerlilerin hala agaclarda yasadiklari bolgeler vardir. Onlari asagi inmeye zorlayacak bir adam degilim ben. Yapmak istedigim tek sey, nukleer cagin sag kalanlarina birkac dal parcasi saklayabilmek. ...........
Sonunda son fetisist kabile baskanini, Dwala'yi gormeye gittim. Uzun suredir taniyorduk birbirimizi. Birbirimize guvenirdik. Ikimiz de Afrika'miza ve kabilelerimize ayni sevgiyi duyar, onlarin inanclarina, onlarin geleneklerine ayni bagliligi tasir, onlarin baris icinde yasamasini garanti altina almak icin ayni istegi tasirdik. Uygarliga ve uygarligin zehirlerine karsi duydugumuz guvensizlik de ayniydi. Aramizdaki tek ayrim, Dwala'nin salt bir onsezi olarak algiladigi kirsal dunyamizi tehdit eden tehlikeyi ben cok daha iyi taniyordum. Bu konuda sik sik konusurduk, ne var ki, teknolojik gelisme dedigimiz olayi olanca dehsetiyle anlatmak guctu. Oule dilinde bunu anlatmaya yetecek gucte sozcuk yoktu... Yaptigimiz pazarligi dusunuyordum, bir kac yil once olmustu bu, o gunden beri anlastigimiz bedeli sadakatle odemeyi surdurmustum: her ilkbahar bir inek ve bir keci. Konuyu ilk acisimda yuzunde gordugum urkutucu anlatimi, onu razi etmek icin ne cok dil doktugumu ve sonunda kendimi kaybedip dayakla tehdit ettigimi animsadim, iyi niyetime inandigindan bunu sadece bir pazarlik yontemi oldugunu biliyordu. Huysuz bir cocuk gibiydi, bu istegimi yerine getirip getiremeycegini bilmiyordu: bir beyaz adamdim ve Hristiyandim. Kabilesinden biri degildim, ulkesinden biri degildim, gercek ruhlara inanmayan biri icin boyle bir isi ustlenecek gucu yoktu. Birbirimizi tanidigimizdan beri ona ettigim hizmetleri animsattim, Hristiyan ve inancsiz olmama gelince: Kendisine ve ruhlarina kabilesindeki zipir delikanlilardan daha cok inandigimi ve bunu bildigini soyledim. Maganja ouana, kendi inaclarina don deyip durdu, ama fiyati artirmak icin boyle davrandigini biliyorum, o da bunu bildigimi biliyordu. Sonunda bagirip cagirmaya basladim, istegimi geri cevirecek olursa koyunden ve tum Oule bolgesinden gecen bir yol yaptiracaktim, hicbir zaman bunu yapmayacagimi biliyordu, ama pazarlikta bu konu da goz onunde bulunduruldu. Homurdandi, yumruklarini savurdu, bir beyaz icin hicbir zaman bunu yapmadigina ve hic kimsenin de onun yaninda yapamadigina iliskin yeminler etti, biliyordum ki kabul ediyordu. Fiyatta anlastik. Yeri ben uzun zaman once saptamistim. Tepelerde, ormanlarda aylarca dolasip birbiriyle karsilastirarak aramistim yerimi. Gorus acisi genis bir yer gerekliydi, ayni zamanda yalniz kalmak da istemiyordum, obur agaclar olmaliydi cevremde. Uzun bir gelecekte efsaneye donusme tehlikesi olmayan fil suruleriyle, tumuyle Afrika olan, cok sevdigim Oule ovasina bakan guzel bir tepe secmistim sonunda. Guzel sedir agaclari vardi tepede, nasil br sey istedigim anlatabilmek icin iclerinden birini isaret ettim. Basini iki yana salladi, biraz daha inanmasi gerekiyordu; bir deneyecegini soyledi; ancak, misyonerlerden, ozellikle Peder Fargue'den, koyune yaptigi ziyaretleri seyreklestirmesini isteyecektim, rahatsiz ediyorlardi onu, ruhlar uzerinde olumsuz etki yapiyorlardi, cok sik gelirse basaramayabilirdi. Soz verdim.
Ne zaman insanlardan, artik benimle ilintisi olmayan bu canli turunun sacma ve uzak islerinden bunalsam hep dinginlikle bunu dusunur, bir sonraki yasamimda agac olacagimi dusunerek rahatlarim. Dwala'nin insani bir sonraki yasaminda agac yapacak gucu oldugunu biliyorum. Oglunun gosterdigi, bir zamanlar kendi kabilesinin bireyleri olan olan agaclari kendi gozlerimle gordum. Adlarini ve oykulerini biliyordu oglu: Sunu bir aslan parcaladiydi, yada su Ouleli bir kabile baskaniydi derdi. Bu agaclar hala duruyor yerlerinde, gider gorurseniz Dwala'nin gucunden kusku duyulamayacagini, yada, insanin hic bir seye inanmamasi gerektigini kendi gozlerinizle gorursunuz. ...
Buyuk bir merak, dahasi coskuyla Morel'i gormeye gittim. Onu gormek icin siddetli bir istek duyuyordum. Fillere karsi buyuk duskunluge benzer birsey duymayan biri tum yasamini Afrika'da geciremez. Hersey bir yana, bu buyuk suruler aramizda kalan son ozgurluk simgeleridir. Onlarla acik alanlarda her karsilasmamizda hortumlarini ve kulaklarini hareket ettirisleri karsisinda karsi konmaz bir gulumseme belirir dudaklarimda. Kimsenin fillere saskinlik duymadan bakabileceklerini kabul etmiyorum. Akil almaz boyutlari, hantalliklari ve dev gibi yukseklikleri, insani duslere surukleyen bir ozgurluk yiginini simgeliyorlar. Onlar aramizda kalan son ozgurluk simgeleri.
Bulusmaya gittigimde yuregimin derinliklerinde bir kahramanla tanisma umudu yatiyordu. Yasamdan daha buyuk biri, bilmem anlatabiliyor muyum. Bunun yerine, kendimi terden yapis yapis olmus daginik saclari altinda asik, inatci yuzuyle biraz yabanil, tiknaz bir adamin karsisinda buldum; yanaklari birkac gunluk sakalla ortuluydu, guclu dahasi hayvansi bir izlenim veriyordu insana. Ama gozleri oldukca sasirticiydi, iri, koyu ve vahsi, haksizliga karsi ofkeyle tutusan gozler. Cilalanmamis, yalin birseyler, bir tur ciddilik vardi onda; yaptigina gercekten inanan gozlerle bakiyordu. Ve tabii, neredeyse efsanelesen, dilekceler ve basvurularla dolu evrak cantasini kolunun altinda tutuyordu. Neden bilmiyorum, ama ozellikle evrak cantasi cok eglendirici geliyordu bana, Ganagale'nin yabanil caliliklarindan cok, Cenevre'de bir konferans salonunu yada Paris bolgesinde bir sendika toplantisini animsattigindan belki de bu. Az daha kahkahayi basacaktim, ama kendisinde var olan birseyler onu koruma istegi uyandiriyordu insanda. Onda acikca gorulen mizah duygusunun eksikligindendi belki: Gercek yasamda, ciddiligin ve agirbasliligin asirisina kacmis kisiler sakatmis gibi gelir bana, insan karsidan karsiya gecerken nedense onlara yardim etmek ister.
Yok olma tehlikesi altinda bulunan ve korunmasi gereken turlerin listesini uzatti bana. Listeyi aldim ve bir bakista insan turunun yazili olmadigini gordum, bu sozcukten ve nesneden oylesine tiksiniyordum ki, rahatlayarak icimi cektim, birden ondan hoslanmaya baslamistim. Fillerden baska, dag gorilleri, beyaz gergedanlar, sari sirtli antiloplar ve genelde, bilim adamlariyla doga bilimcilerin uyarilarina karsi, dunyamizdan yavas yavas silinen turlerin adlarindan olusuyordu liste. Ama asil onemli olan tur yazilmamisti. Insanin basina gelecegi kabullenecegi dusuncesiyle sevince kapildim: insan ozlenmeyecekti..
Onlardan tek istegim fil avini yasaklayan bir emir dedi. O zaman hemen teslim olurum. Cezaevine atsinlar beni, umrumda degil. Beni cezalandiracak tek bir Fransiz mahkemesinin olmadigini cok iyi biliyorum.
Alinmistim. Gercekten utanmis, asagilanmis, korkunc bir ofkeye kapilmistim; yasamin gerceklerini animsatmak, kim oldugumuzu gostermek icin yuzune yumruk atip tartaklamak geliyordu icimden. Bize karsi acikca guven duydugundan, lanet olasi inancini hic bozulmadan koruyordu. Olumsuzluklerini saglama amaciyla gerekli onlemlerin alinmasi icin fillerin icinde bulundugu kotu duruma dikkatimizi cekmenin yeterli olduguna inaniyordu. Esegin biriydi acikcasi; zavalli bir idealist, inatci bir duscu, bir boynuzlu, iliskiye tanik olduklari zaman bile hicbir seye dikkat etmeyen su ezeli boynuzlulardan biri.
Hemen hemen hic cephanemiz kalmadi, bunu onlara bildirebilirsiniz dedi.
Bunun konuyla ne ilgisi oldugunu pek anlayamamistim, kaldi ki ona cephane gondereceklerini dusunmuyordu herhalde, degil mi? Ama, evet, aniden aklima gelmisti, boyle saniyordu; ve bir kez daha, kendini hic de soyutlanmis, cangilda kaybolmus, kin ve nefretle kusatilmis olarak gormedigini, tam tersine, evrensel bir sempatinin merkezinde bulundugunu, cephanesinin kalmadigini bildiren tek bir haberle tum dunyanin dereden tepeden kosup kendisine cephane getirecegine ictenlikle inandigini saskinlikla anladim. Sanirim kahkahayi kopardim. Yine de, donus yolu icin gerekli birkac fisek disinda elimdeki tum cephaneyi ona biraktim. Yasadisi birini desteklemeye hakkim olmadigini soyleyeceksiniz, ama yaptigim buydu. Her sey benim gibi yoneticiler yuzunden berbat oldugundan hukumetin artik hicbir seye guvenmemesine sasmamak gerek.
Siyahlar bos inanclardan ve mucize beklentilerinden cok cekti. Sizse, hala mistik cobanlar dusluyorsunuz - geceleri Beytullahm yildizini ariyorsunuz; colde esek sirtinda bir kadin gordugunuz zaman, carsafinin altinda bir bebek saklayip saklamadigini merak ediyorsunuz. Kuskusuz, bunlardan sonra, ekonominin, siyasal gelisimin, proleteryanin ve isci ucretlerinin kati gercekleriyle karsilasinca ofkeden cilgina donuyor ve buyulu Afrika'ya, gizemli torenlerin, buyucu doktorlarin Afrika'sina siginiyorsunuz. Afyonlanmis duslerinizden sizi yoksun birakmaya calistigimiz icin bizi hicbir zaman bagislamayacaksiniz.. Bu dusun bedeli nedir biliyor musunuz? Cahilliktir, cuzzamdir, kitliktir, fil hastaligidir, parazit hastaliklardir, 'buyu'nun birer parcasidir bunlar, cocuk olumleridir, milyonlarca insanin kronik beslenme yetersizligidir. Nostaljik dusunuz icin, boylesine onem verdiginiz dogal guzellikler icin insanlarimizin odedigi bedeldir bunlar. .. Afrika'nin olaganustulugune son vermenin zamani geldi. Cagdisiliga son vermenin zamani geldi.. Cok az sayidaki yollarimiz boyunca turistlerinizin hayran kaldigi suruleri gorunce neler duyumsadigimizi biliyor musunuz? Utanc. Utanc, cunku o guzellik zencilerimizin ciplak kiclari, cicek hastaligi, agaclarda yasayan insanlar, bos inanclar ve kor cehaletle ayakta kaliyor. Ozgur her aslan, her fil bir sure daha bekleme, bir sure daha yabanilik ve ilkellik demek.
Afrika dunyanin hayvanat bahcesi olmaktan vazgecmedikce, kaderini degistiremez.. Amerika bizonlarin ortadan yokolmasiyla cehennemden kurtuldu: kurtlar Rus bozkirlarinda kizaklari kovaladigi surece Rus koyluleri sefaletten ve cahillikten olduler. Afrika'da aslanlarin ve fillerin artik bulunmadigi gun, en sonunda kendi kaderinin efendisi olan bir ulus dogacak. Egitilmis genclerimiz ve ogrencilerimiz icin ozgur suruler yalnizca halkimizin geri kalmisliginin bir gostergesidir.
Ve digerleri. Orsini ornegin. Meshur avci. Morel tehlikesini ilk goren. Ilk savas acan. Beyaz adamin gozu ve elleri. Oldurerek yasayan. Yasayarak olduren. Gelismenin ve olgun zihinlerin beyni. Modernitenin sesi. Avlayarak intihar eden. Yalnizligin ikinci yolu. Insanin obur gercegi. Ayni yalnizlik, ayni gurur, ayni insan gercegi. Zitlarin birligi. Dusman. Yalniz kovboy, kotu kovboy. Sonunda Morel'i nefretle duslerken filler tarafindan oldurulmeye mahkum kovboy.
Ya da Haas. Filleri dunyada en iyi taniyan kisi. Fil avcisi, oldurmesine degil, yakalayip hayvanat bahcelerine goturmesine. Morel'in ilk vurarak yaraladigi kisi.
-Ben de seviyorum filleri, dahasi onlari dunyada her seyden cok sevdigimi dusunuyorum bazen. Bu isin ticaretini yapiyorsam, nedeni, otuz yildir onlarin arasinda yasamami, onlari tanimami kolaylastiran bu sevgidir; biliyorum ki alip goturdugum her fil, avcilar, keneler, yaralar ve sivrisineklere karsi iclerinden birinin daha eksilmesi demektir. Evet sivrisinekler: Filler ozellikle sivrisineklere karsi duyarlidir... Cansiz hortumuyla yan yatmis, insanligin epey yoksun bulundugu insancil degerlere siginmaya calisan gozlere size bakan bir yavru fil gordunuz mu hic? Evet, ben de seviyorum filleri, oyle ki dua ettigim zamanlar -herkesin zayif anlari vardir- diledigim tek sey zamanim geldiginde, olu fillerin gittigi yere gidebilmektir..
Laurencot. Bir hukumet gorevlisi.
Ben gorevimi yapmaya calisiyorum Scholscher, yasamin cevremizdeki en guzel, en soylu degerlerini yikip yok ederken nasil ilerlemeden soz edebiliriz? Sanatcilarimiz, mimarlarimiz, bilimadamlarimiz, sairlerimiz yasami daha guzellestirmek icin kan ter icinde ugrasirken parmagimizi otomatik silahlarin tetiginde, kalan son ormanlara girmeye, okyanuslari ve soludugumuz havayi nukleer silahlarla zehirlemeye ugrasiyoruz.. Belki bu Morel denilen deli kamuoyu olusturmayi basarabilir. Onun direnis orgutune katilabiliriz gibi geliyor bana. Dunyanin geri kalan son gorkemli ozgurlugunun asagilanmasina ve insanin icinde yasadigi ortama karsi takindigi tutuma direnmek zorundayiz. Hicbir gucu, hicbir yarari, zaman zaman ortada gorunmekten baska hicbir amaci olmayan canli bir guzelligi korumaktan , dogaya saygi duymaktan tumuyle yoksun muyuz artik? Ozgurluk de soyu tukenmek uzere olan son dogal guzelligimiz. Savanlarda uzun sure yasadiktan sonra bunu sen de soyleyecesin. Artik ceneme vurdu Scholscher, icimdeki birikimi sokup atmak icin kendi kendime konusup duruyorum, cunku Morel gibi davranmaya cesaretim yok. Insanlarin dikis makinalarinda kullanmaya yada ayakkabilarina taban yapmaya yarayan seyler disinda kalanlari da korumayi basarmasi, yasamin kimi guzelliklerinin siginilabilecegi, insanin kendinin de akli ve budalaligi karsisinda kendini koruyabilecegi ve guvenlik duygusunu tadabilecegi bir barinak, bir pay birakmasi gercekten gerekli. Ancak o zaman uygarliktan soz etmeye baslayabiliriz. Yararci uygarlik her zaman mantiksal sonucuna ulasacaktir: zorunlu calisma kamplari. Bir pay birakmaliyiz. Ayrica sunu da soyleyeyim.. Gurur duyulacak pek bir sey de kalmadi, degil mi? Gercekten hic bir sey yok artik; obur yaratiklara tepeden bakabilecegimiz Eyfel Kulesi disinda. Vali gibi gidip sen de siir yazmami soyleyebilirsin bana, ancak insanlarin dostluga hicbir zaman bugun duyduklari kadar gereksinim duymadiklarini unutma. Morel denilen adam unlu dilekcesinde cekinmeden soyledi bunu. Bulabildigimiz tum kopeklere, tum kedilere, tum kuslara ve tum fillere gereksinim duyuyoruz..
Cevremizde bulabildigimiz tum dostluklara gereksinim duyuyoruz...
Almanya'da esir kampindayken, direnis orgutunde Robert adini kullanan bir arkadasim vardi, tanidigim en cesur kisiydi; kizil sacli, guclu yumruklari ve sabit gozleriyle dayanikli biriydi. Umudu elden birakmayan kisilerdendi o. Bizim blogun temel digeriydi; tum siyasal mahkumler icgudusel olarak toplanirdi cevresinde. Her seyi derin derin dusunup guvenle dusuncelerinden siyrilan kisilerin nesesiyle dolu olurdu her zaman. Cesaretimiz azaldiginda, umutsuzluga ve teslimiyete yatkin oldugumuz zamanlar bizi canlandiracak yepyeni seyler bulurdu hep. Ornegin, bir gun erkenden, kolunda bir kiz varmis gibi yuruyerek girdi bloktan iceri. Igrenc, hasta, umutsuz, yenik, kir pas icinde kivrilmistik koselerimize. Hala biraz gucu olanlar homurdaniyor, yakiniyor ve yuksek sesle kufrediyordu. Robert, kolunda hala dussel genc kiz, klubenin karsi yanina dogru yurudu, sonra kizi yatagina oturmaya davet eder gibi yapti. Genel bir cokuntu icinde olmamiza ragmen birkac kisi ilgi gosterdi. Cocuklar, dirsekleri ustunde dogrulmus, Robertin gorunmez kizina kur yapisini sersemlik icinde bakiyorlardi. Cenesini oksuyor, elini opuyor, kulagina birseyler fisildiyor ve sik sik bir ayi nezaketiyle basini egiyordu. Deli misin, ne yapiyorsun orada sen? Tabii ki onu gormek kolay degil dedi Robert dislerinin arasindan. Buna sasmiyorum.. Bazilariniz onu gormezlikten geliyorsunuz, oyle degil mi? Boylece rahat rahat pislik icinde oturabiliyorsunuz. Kimse bir sey soylemedi. Cildirmisti herhalde, ama yine de, karsisinda adi suclulari bile saygiyla susturan guclu yumruklari vardi. Dussel kadinina donup sevgiyle elini optu. Sonra saskinliktan agzi acik kalmis mahkumlara dondu: Sunu iyice acikliga kavusturalim: Bundan sonra bir degisiklik var. Oncelikle zirlamayi keseceksiniz. Onun yaninda bir erkekmissiniz gibi davranmaya calisacaksiniz. Erkekmissiniz gibi diyorum, onemli olan yalnizca bu. Onun hatiri icin temiz olacak ve davranislarinizi duzene sokmak icin olesiye caba harcayacaksiniz, yoksa hesaplasiriz. Ona saygi gostermeyen, ornegin yaninda osuran ilk kisi dayak yiyecektir.
Saskinliktan agzimiz acik, sessizce bakiyorduk ona. Sonra anlamaya basladik. Alcak sesli gulusmeler oldu; ama yine de hepimiz, icinde bulundugumuz cokuntude bize guc verecek bir ozsaygi anlasmasi bulunmazsa, kimi kurgulara, kimi mitlere simsiki sarilmazsak kendimizi birakmaktan, Naziler dahil herseye boyun egmekten, teslim olmaktan ve ihanet etmekten baska yapacagimiz hicbir sey kalmadigini saskinlikla duyumsuyorduk. O andan sonra olaganustu birsey oldu: K bolktakilerin morali birkac yonden yukseldi. Gorulmemis bir temizlik kampanyasi basladi.
Her sabah aramizdan iki kisi, Matmazel'i giyinirken sehvetli bakislardan korumak amaciyla icine acik bir battaniyeyi iki ucundan tutuyordu. Piyanist Rotstein, icimizde en bitkin kisi olmasina karsin, ogle tatilininin yirmi dakikasini ona cicek toplayarak geciriyordu. Gruptaki aydinlar zeka piriltilari sergilemek icin ince espriler ve konusmalar yapiyor, kalan erkekligi adina gorev basina cagrilan herkes yenilmezligini gostermeye calisiyordu.
Tabii, kamp komutani kisa surede durumu ogrendi. Bu islerden iyi anlarim Robert dedi kibarca. Cok iyi anlarim. Bu isler icin dunyaya gelmisim. Isim bu. Bu yuzden partide bu kadar yukseldim. Bu islerden anlarim ama hic hoslanmam. Nefret ettigimi bile soyleyebilirim. Beni bir Nasyonal Sosyalist yapan seyler bunlar. Insan ruhunun mutlak gucune inanmiyorum. Tinselligin ustunlugune inanmiyorum. Bu tur bir Yahudi idealizmini katlanilmaz buluyorum. K blokunu o kadindan arindirmak icin yarina kadar sure taniyorum sana Robert. Dahasi.. Gozluk camlarinin ardinda gulumsedi. Yarin sabah iki askerle birlikte K bloka gelecegim. Moralinize asiri derecede katkida bulunan o gorunmez kadinin, ruhsal degil, askerlerimizin fiziksel gereksinimlerini karsilamak icin en yakin geneleve goturulecegini soyleyecegim.
O aksam donuk bir saskinlik egemendi K blokta. K Blok sakinlerinin buyuk bir bolumu, gercekciler, akilcilar, acikgozler, temkinliler, ayagi yere siki basip kolay uyum saglayanlar, kadini teslim etmeye hazirdilar ancak, kimsenin kendilerine dusuncelerini sormayacagini ve konunun Robert'e gidecegini biliyorlardi. Robert teslim olmayacakti. Bunu anlamak icin bir gozatmak yeterliydi. Sevinc icindeydi. Gozleri piril piril, mutlulukla oturuyordu orada. Denemeye bile degmezdi, kabul etmeyecekti. Kendi yarattiklarimiza, mitlerimize, kitaplarimizda ve okullarimizda kendi kendimize anlattigimiz o soylu oykulere inanancak gucten bizler yoksun olsak bile, hic degilse kendisi vazgecmeyi reddediyor ve o kucuk, inatci, alayci gozleriyle bizi izliyordu. Nazi Almanya'sindan cok daha heybetli bir guce sahip bir mahkumdu o; Sorunun tumuyle kendine bagli oldugu, kafasinda yarattigi gorunmez yaratigi SS'lerin kaba guc kullanarak kendisinden alamayacagi, onu teslim etmenin yada var olmadigini kabul etmenin tumuyle kendisine kaldigi dusuncesiyle apacik bir sevinc icindeydi. Dilsiz bir yalvarisla bakiyorduk ona. Teslim olmaya izin verseydi, boyun egseydi, her sey bir bakima daha kolaylasacakti, cok daha kolaylasacakti. Kendimize ozsaygi anlasmasindan kurtarabilseydik umutsuzluk yasak olmayacakti bize. O zaman partiye katilmamak icin de nedenimiz kalmayacakti....
Ertesi sabah hepimizi hazirol'a cekti Robert. Kamp komutani iki SS askeriyle birlikte geldi ve gozluklerinin ardindan hepimizi suzdu. Gulumseyen dudaklari her zamankinden daha cok kivrilmisti, gozlukleri bile neselenmis gibiydi. Evet, Mosyo Robert dedi. Erdemli genc bayan icin kararin nedir? Burada kalacak dedi Robert. Subayin yuzu usulca sarardi. Gozlugu titremeye basladi. Kendini beceriksiz bir duruma dusurdugunun ayrimindaydi. Yanindaki iki SS askeri gucsuzlugune tanik olmustu. Kendini Robertin merhametine birakmisti. Nasil isterse oyle davranacakti Robert. Hicbir guc, hicbir asker, hicbir silah yaratilan kadinin bloktan ayrilmasini saglayamazdi. Iznimiz olmadan ona hicbir sey yapamazlardi. Kisinin kendisiyle yapilan anlasmaya bagliligi karsisinda yalnizca dislerini sikmis, gercek yada sahte, ozsayginin isigi vurmustu yuzlerimize.. Yenilgisini belli etmemek icin bir an duraksadi. Pekala, dedi. Anliyorum. O halde beni izle.. Robert disari cikmadan once bize gulumsedi. Ona iyi bakin cocuklar dedi kibarca.
Onu artik hic goremeyecegimizi saniyorduk. Ama bir ay sonra dondu. Biraz zayiflamis, burnu yassilmis, birkac tirnagi sokulmustu, ama yenilgiden hicbir iz yoktu gozlerinde. Bir sabah, hucre hapsinin bilinmezligine birkac kilo vermis olarak bloktan iceri girdi. Yuzu kil rengiydi, ama degismemisti.
Kucuk sevimli bir hucre diye anlatti bize. Bir metreye bir bucuk metre boyutlerinda, uzanmak olanaksiz. Hava alabilmek icin basimi duvarlara vurmak istedigim anlar oldu. Klostrofobi dedikleri!.. Sonunda bir sey geldi aklima: Dayanamayacak gibi oldugumda gozlerimi yumuyor ve Afrikada basibos dolasan ozgur fil surulerini dusunuyordum, hicbir seyin durduramayacagi yuzlerce yuzlerce gorkemli fil, ne beton duvarlar, ne dikenli teller, hicbir sey durduramiyordu onlari, ucsuz bucaksiz acik alanlarda yollarina cikan herseyi ezip gecerek ilerliyorlardi, hicbir sey durduramiyordu onlari. Ozgurluk budur iste! Klostrofobiye kapildiginizda yada dikenli tellerle, beton duvarlariyla tepeden tirnaga maddecilikle aci cekmeye basladiginizda Afrika'nin genis acikliklarinda ilerleyen fil surulerini dusleyin yalnizca. Gozlerinizi kapayip onlari izleyin, o goruntuyu icinizde saklayin, goreceksiniz, daha guclu ve daha mutlu oldugununzu duyumsayacaksiniz.
Oyle de oldu. Daha iyi oldugumuzu duyumsuyorduk. Gozlerimizin onundeki bu canli guclu ozgurluk simgesiyle birlikte yasayarak tuhaf, gizli bir cosku duyuyorduk. Sonralari, bu gorkemli saldirinin gunun birinde SS'leri nasil cigneyip gececegini dusunup gulumseyerek bakmaya baslamistik SS'lere. Doganin icinden cikip bizi kurtarmaya gelecek olan o hicbir seyin durduramayacagi gucun giderek yaklasmasiyla topragin titredigini duyabiliyorduk..
Ve cennetin kokleri.
Islam cennetin kokleri olarak adlandiriyor bunu. Meksika kizilderilileri ise yasam agaci diyorlar. Her ikisinin de diz cokup gozlerini gokyunuze kaldirarak azap ceken goguslerini yumruklamasina neden olan sey bu. Morel gibi dikkafalilarin dilekcelerle, savas komiteleriyle, doganin korunmasini kendi ellerine gecirme cabalariyla kacmaya calistiklari koruma ve birliktelik gereksinimi. Adalete, ozgurluge, onura duydugumuz gereksinim, kalplerimize islenmis cennet kokleridir. Ama insan, kiskivrak saran koklerinden baska hicbir sey bilmiyor cennete iliskin. - Peer Qvist
Ve Sahra colu, ve yildizlar ve sureklilik duygusu.
Insanlarin can yoldasligina gereksinimi var, umutsuzca gerek duyuyorlar buna ve hicbirsey bu durtuyu, insan yuregini sonsuza kadar kavrayip iskence eden, islam dinindeki adiyla cennetin koklerini, doyurabilecek yeterlikte gorunmuyor. - Scholscher ***
Peer Qvist. Doga bilimci. Eksantrik bilimadami. Yasli bilge. Kaptan Cousteou. Kutuplardan okyanuslara, ormanlardan Afrika'ya, Morel'e. Ve kuslara, ve fillere.
-Yeterince acik. Ama hicbir zaman ikna olmayacaklar. Buna benzer cok sey yasadim. Ulusal bagimsizligin bireysel haklardan daha onemli oldugunu soyleyecekler size. Finlandiya'da, ormanlari savundugum siralarda Rus gorevliler kagit hamurunun agaclardan daha onemli oldugunu sabirla anlatmaya calistilar, ayni boyleydi. Ancak ormanlar tukenince anladirlar. Balina avcilari, piyasada balina yagina gereksinim duyuldugunu ve bunun balinalardan daha onemli oldugunu soyleyip durdular.. Hep boyledir. Toplumsal ozgurluk diye bir sey olmadigini hic bir zaman anlamayacaklar... ***
Bir baska silah arkadasi. Topraktan ogrenip kitapsiz bilen.
- Anlat bakalim, Koro.. Neredeyse bir yildir her yere Morel'le birlikte gidiyorsun.. Bu kadar cok mu seviyorsun
filleri?
Gulumsemesi artti.
- 'Filler umurumda degil.'
- Oyleyse neden? Yoksa oburlerinden yana misin? Afrika'nin bagimsizligi icin calisanlardan?
Yere tukurdu ve gururla yanitladi: Fransiz ordusundan atildim ben. Sozlerinin anlami pek acik degildi,
ama ustunluk taslayan bir tonla ve 'Afrika'nin bagimsizligi icin calisanlari' kucumseyen bir edayla
soylenmisti.
- Pekala, nicin bu insanlarla birliktesin oyleyse?
Koro gene tukurdu. Kimsem yok diye acikladi kisaca. Orada bulunmak icin bundan daha iyi bir neden olamazdi... ***
Koca fili oldurecegiz Koca fili yiyecegiz
Karnini desip yuregini ve cigerini yiyecegiz
Hic ac kalmayacagiz artik Oule tepeleri
Ve oldurulecek filler var oldukca
Delikanli, kendinin ve halkinin yillardir adaleti saglamak icin ugrastigini, ama artik Ubaba-Giva ve Waitari sayesinde haklarini alacaklarini soyledi. Fransizlar ozgurce avlanmalarini engellemis ve surulere saldiranara agir para cezalari yuklemisti. Yonetim yeterince barut vermiyordu, fiseklerini ellerinden aliyordu. Haksizlikti bu. O ve halki buyuk birer avciydilar, obur kabilelerin hicbiri, hatta Wangolar dahasi Saralar bile onlarla karsilastirilamazdi, ama hukumet kadinlar gibi koylerinde oturmaya zorluyordu onlari, fillerle boy olcusmeleri yasaklanmisti. Kreich kabilelerinin capulculari sakin sakin Sudan'dan gelip istedikleri kadar fil oldururken, fildisi ve etlerle birlikte Oulelilere gulerek evlerine donerken kimse onlara tek bir sozcuk soylemiyor, ama Oulelerin eli kolu bagli oturmalari isteniyordu. Oule kabilelerinin genc insanlari erkekliklerini kanitlama olanagina sahip degildiler artik. Baslangic torenlerinde, bufalo torenlerinde, bufalo hayalariyla idare etmek zorundaydilar, olmus atalarina karsi buyuk bir ayipti bu, Oule tepelerinin Oulelilerce oldurulen ve ustunde otlar biten fil suruleri oldugunu herkes biliyordu; Oule bolgesi denilen yer bile yakinda ortadan silinecekti.
********
Afrika hayvan toplulugunun korunmasina iliskin toplanan konferansin bitiminde bir delegenin sozleri:
Bizi gorevimiz Afrika hayvan toplulugunun, ozellikle yok olma tehlikesi altinda bulnan hayvan turlerinin korunmasiyla ilgili yasalarin gozden gecirilmesini saglamakti. Avciligin ahlaki yonu uzerine dusunce belirtmemiz yada Morel ve saplantilariyla ugrasmamiz beklenmedi bizden, Bazi bolgelerde fillerin sayica azaldigi bir gercek; ama bu azalma, ormanlik alanlarin genelde azalmasina ve tarimdaki gelismeye denk dusuyor. Afrika'yi bir butun olarak dusunursek, fillerin yok olma tehlikedi altinda bulundugunu soylemek yanlis olur. Sayica azaliyorlar, tamam, ama ayni sey degil ki bu.. Yasayi duzeltme ve turlerin varligini surdurebilmek icin yeterli sayida ornegin koruma altina almaya hep zaman olacaktir. Su anda filler, tarim icin ciddi bir tehlike olusturacak kadar cok sayidalar. Genis alanlar ve sinirsiz ozgurluk isteyen bu hantal devlerin kesinlikle azaltilmasi gereken gun gelecek kuskusuz. O gun henuz gelmedi, ama gelecek. Basimiza gelecekleri gozonune getirebilmek icin, ucsuz bucaksiz fil surulerinin sanayilesmis ulkelerin birinde, ornegin Belcika'da ozgurce dolasmasina izin verildigini duslemek yeterli. Kutsal inekleri Hindistan'in basindan atmak icin, Tanri bilir, neler vermeye raziydi Nehru. Kaldi ki bir manyagin hatiri icin Afrika fillerini dokunulmaz kilmaya hic niyetimiz yok.
Yine Morel. Baslangic oykusunun ikinci kismi..
Amerikan birlikleri geldikten sonra, biraz saskin ve cesareti kirilmis olarak ayrilmisti kamptan, bir an icin bile olsa duydugu cesaretsizligi kendine bagislatmak istercesine belli belirsiz bir omuz silkisiyle itiraf etmisti bunu. Ne yapacagini, nereden baslayacagini, ise nasil girisecegini, ayni seyin yinelenmesini nasil onleyecegini tam olarak bilmiyordu: cok gucsuzdu ve bazen bu gorevin altinda ezildigini hissediyordu. Yollarda basibos dolasan savas sirasinda ulkeden cikarilan milyonlarca kisinin ve gocmenlerin yasantisini paylasarak avare dolasti Almanya'da. Bir aksam, Alman kasabalarinin birinde, kaldirim ustunde kucuk bir kiz cocugu carpti gozune. Paltosu yoktu sirtinda ve agliyordu. Yoldan gecenler ters ters bakiyorlardi: Boyle soguk bir havada kucuk bir cocugun paltosuz sokaga birakilmasi gunahti.
- Aglama. Bak herkesi rahatsiz ediyorsun.
Kucuk kiz sustu ve dikkatli gozlerle suzdu Morel'i.
- Kopek ister miydiniz bayim?
Kopek, camur birikintisi icinde mahzun mahzun oturan beyaz bir yavruydu, o da paltosuz gibiydi sanki.
- Ona bakamayacagiz. Annenin ise gitmesi gerek, hic paramiz yok. Savastan once ise gitmezdi annem, arabamiz bile vardi.
Bir kulagi beyazdi kopegin, bir teriye kirmasi oldugu belli belirsiz anlasiliyordu. Kopek isime yarayabilir diye dusundu kederle. Evi bekler, meyve bahcesini bekler, yorucu bir is gununden sonra oturma odasinin genis sominesinin yaninda dizinin dibinde oturur.. Pek inandirici degildi bu. Sokulup uyuyarak insani isitir, eve geldiginde kuyrugunu sallayip burnununu avucuna surterdi. Daha dogrusu, insana eslik ederdi. Tutup kaldirdi yavruyu, islak sirtini avucunun icine yerlestirdi.
- Erkek mi bu?
- Baksaniza, kiz.
Onaylamaz gozlerle bakti cocuga. Bu ayrinti isi guclestiriyordu. Surdurdugu yasam bicimi icinde disi bir kopek basina dert olabilirdi. Her alti ayda bir yavrulardi herhalde. Savaslardan sonra hep boyle olurdu. Doga bir yerde yitirdiklerini bir baska yerde odunlemeye calisirdi. Hayir, diye karar verdi, disi bir kopek yeterli olmazdi.
- Peki, onu aliyorum. Sana gelince, dogru eve kos. Bu havada paltosuz sokaga cikilamayacagini soyle annene.
- Onun hatasi degil. Su anda iste. Benimle ilgilenemiyor.
- Haydi git artik!
Cocuk kopege sarildi, sonra da aglayarak kosup gitti. Cok uzgundu Morel. Ofkelenmemeliydi. Kopegin avucunun icinde titredigini ayrimsadi, paltosunun cebine sokup elini ustune koydu, yavas yavas iliklasip titremesi duran nemli, soguk bir toptu sanki. Can yoldasiyla tanismasi boyle olmustu iste. Baska kopeklerle, baska insanlarla, bir cati, bir lokma ekmek, hic degilse baslarini sokabilecekleri bir kose arayisi icinde dolasip duran insanlarla. Baltiklilarla, Polonyalilarla, Cekler, Almanlar, Ukraynalilarla, karsilasarak nice yollar katetmislerdi. Kopek yavrusu cebindeydi ve sevecen burnunu avucunda duyumsuyordu. Ama yardim etmek ve korumak icin cok daha buyuk bir cep ve kendisininkinden cok daha guclu bir el gerekliydi insana. Gocmenler icin calismak, siyasete atilmak, baski ve yoksullukla savasmak yeterli degildi. Daha ileri gitmeli, tum olanlari, isin icyuzunu acikliga kavusturmaliydi, ancak nereden baslayacagini bilmiyordu.
Yaninda kopek yavrusu, yol kenarinda oturup nereden baslayacagini dusunerek gunler gecirdi.
Ses veren ofkeli bir protesti, dunyanin en uzak yerlerindeki insanlara uzanan bir yardim cagrisi yukseltmeliydi gercekte. Gucunu dagitmayacak, dogrudan temel noktalara inecek, isin ozune dokunacakti. Bankta oylece oturup kaldi; kopegini oksuyor ve bir bitki sapi emerek dusunuyordu.
Bir sabah kopegi kirlarda kosmaya gitti; o aksam geri donmedi, ertesi sabah da. Onu bir daha hic gormedi. Her yerde aradi, karsilastigi kisilere sordu, ne var ki insanlar kayip kopeklerle ilgilenecek durumda degildi. Sonunda basibos hayvanlarin belediyece toplandigi yere ugramasini salik verdi biri. Gitti. Bir adam iceri aldi onu. Elli metreye on metrelik, dikenli tellerle cevrili bir yerdi Iceride cogu melez, Avrupa'da yada Asya sokaklarinda cokca karsilasilan yuzlerce kopek vardi; cinsi belirsiz kopekler.. Yazgilarini bilircesine baslarini bile kaldirmadan cesaretini tumuyle yitirmis birkaci disinda, otekiler, hala kurtarilmayi umanlar, neler duyumsadigini anlar gibi buyuk bir umut ve ilgiyle yuzune bakiyor ve kulaklarini dikiyorlardi..
- Sahip cikan olmazsa bunlari ne yapiyorsunuz?
- Bir hafta kadar burada bekletip sonra gaz odasina koyuyoruz. Derilerini sakliyoruz, kemiklerden de jelatin ve sabun yapiyoruz..
Galiba kararimiz orada verdim. Once, adami yumruklamayi dusundum, sonra, hayir, hemen degil, boyle degil dedim kendi kendime. Jelatin ve sabun yapilacak kopeklere baktim uzun uzun. Biraz daha bekle, ustun insan irki, dedim icimden, biraz daha bekle, sana gosterecegim, yasama saygi duymayi ogretecegim sana. Seninle, gaz odalarinla, atom bombalarin ve sabun gereksinimle yapacagim kavgayi ben kazanacagim. O aksam uc delikanli topladim sokaktan, kopeklerin kapatildigi yere kucuk bir komando baskini duzenledik, bekcileri bir guzel pataklayip kopekleri saldik ve barakayi atese verik. Iste boyle basladim. Iyi bir baslangic yaptigima inaniyordum. O gunden sonra yapilmasi gereken tek bir sey vardi: surdurmek. Sunun yada bunun icin ayri ayri direnmeye gerek yoktu, insan yada kopek, onemli olan sorunun koklerine inmek, doganin korunmasindan ise baslamakti. Fillerin cok buyuk, cok hantal oldugunu, telgraf tellerini yikip ekinleri cignedigini, yanlis bir cagda yasadiklarini soylemeye baslayacakti insanlar, ayni seyi ozgurluk icin de soyleyeceklerdi sonunda, ozgurluk ve insanin kendisi bir cag hatasina donusecekti. Iste boyle basladim.
Tarlani cigneyip ekinlerine zarar veren filleri oldurmene izin veren bir yasa yururlukte. Yalnizca fillerin ciftligine girip kabak tarlani cignedigini kanitlaman yeterli. Boylece hukumetin guvencesi altinda bir suruyu oldurup misilleme yapmakta ozgursun. Bu 'yasa'nin yilardir neden oldugu asiriliklari bilmeyen birtek bir yonetici bulamazsin. Konuyu biraz ben ele aldim. Bir sure once ikibucuk yaricapli tek pamuk tarlasinin sahibi olan Duparc adli birinin bu cezalandirma gezileri sirasinda yirmiye yakin fil oldurdugunu duymustum. Ciftligi kurak mevsimlerde kuzeye giden ve asagi yukari hep ayni yolu izleyen fillerin mevsimlik goc yolu ustundeydi. Duparc kuzeye dogru yola cikan fillerin, sanki orada guvence icindelermis gibi, bulusma yeri olarak kendi ciftligini sectiklerinden yakiniyordu.
Mehtapli bir gecede yataginda yakaladim Duparc'i, geldigimde Waitari ve Habib evi coktan atese vermisti. Duparc pijamali olarak akasya agacina baglanmis, olaganustu bir saskinlikla yanan mulkunu izliyordu. Her zaman yaptigim gibi, dunya filleri koruma komitesi adina cezasini duyurmak icin yanina gittim. Ilk kez karsi karsiya gelmistik. Robert'i o anda tanidim...
(baska bir agizdan) Iki insanin boyle bir saskinlikla birbirine baktigini daha once hic gormemistim. Ikisi de Nazilere karsi verilen savasimda yer almis ve bir Alman toplama kampinda dostluk kurmuslardi. Bir pencereden oburune sicrayan alevlerin gorkemli aydinligi icindeydiler. Yuzlerindeki anlatim gercekten gorulmeye degerdi. Ilk olarak Morel konusabildi. Sen diye kekeledi. Sen ha! Filleri korumak icin yanimizda yer almasi gereken biri varsa, o da sensin! Ve sen, yalnizca tarlani cignedikleri icin onlari olduren ilk kisisin! Duparc sikintiyla bakti ve cenesi acildi. Ciftligimi harap ediyorlar! diye bagirdi. Gecen yil uc milyon frank zarara ugrattilar beni. Koylulerimin bahcelerini surekli tahrip ediyorlar. Kaldi ki kendimi savunmaya hakkim var! Asil konunun filler olduguna inanmami mi bekliyorsun?
Daha sonra, akasya agacinin koklerini sokercesine kendini baglayan ipleri zorlamaya basladi. Niyeti kendini alevlere baglayan ipleri zorlamaya basladi. Niyeti kendini alevlere atmak degilse, bir idealist icin guzel bir son olurdu bu bence, su kovalariyla evine kosmak istiyordu. Morel de mesteklasinin evine dogru salladi elini, bir gucsuzluk jestiydi. Sonra basini egdi. Filleri oldurmeye hakkin yok diye yineledi. Senin hakkin yok. Cozun onu... Yenilgi icinde uzaklasti...
Olayi, aliskin, duz bir ses tonuyla anlatmisti Minna'ya Morel. Sonra ekledi: Iste boyle, insanlar kolay unutuyor. Ama bu hicbir seyi kanitlamiyor. Genelde insanlar anlamaya basladi. Savasi, korkuyu bilen, cocuklarini, hidrojen bombasi denemelerini, siyasal baskilari dusunen herkes doganin korunmasinin kendini yakindan ilgilendirdigini anlamaya basladi.
Baska dunyalardan oykuler...
Ddaa dedi Ivan Nikitic Tuskin, Wall Street tekelcileri, Amerikan halkinin dikkatini kendilerini tehdit eden ekonomik krizden ve savas hazirliklarindan uzaklastirmak icin ne yapacaklarini bilemiyorlar anlasilan.. Gazetelerin ilk sayfalari haftalardir, Orta Afrika'da filleri avcilara karsi koruyan su Fransiz'in herhalde tumuyle uydurma olan seruvenlerine ayiriyorlar.. Iste her sabah okurlarina verdikleri kulturel besin. En ince ayrintilarina kadar o zirvalara katlanmak zorundayiz.. Artik yorucu olmaya basladi. Duslerime bile giriyor. Gecen gece, dusunebiliyor musunuz Nikolay Nikolayevic, her seyi ezip gecen, yerle bir eden, tum engelleri ayaklari altinda cigneyerek yeri titreten ozgur fil suruleri gordum dusumde..
Evet, uykunuzda icinizi cektiginizi duydum, Ivan Nikitc dedi arkadasi, icinizi cektiginizi duydum ve kendi kendime dedim ki, Aa bizim Ivan Nikitic tatli dusler goruyor.
Iki arkadas bir sure suskun yuruduler. Az sonra, kalabalik tramvayda kendilerine yer bulmaya calisacaklar, sonra hukumet magazasinin onunde yiyecek kuyruguna girecekler, odalarina donup mutfagi kullanmak icin kendilerine ayrilan yarim saatin gelmesini bekleyeceklerdi.
Ddaa diye icini cekti Ivan Nikitic, bakin Nikolay Nikolayevic, bence filler gercekten ilginc hayvanlar. Yazik ki Sovyet film endustrisi bize onlari dogal ozellikleri - ozgurlukleri icinde daha sik gorme olanagi vermiyor. Filler yakindan incelenmeye deger, Nikolay Nikolayevic. Hayvanat bahcesinde iki fil var, arasira dogaya iliskin bir bilgi edinebilmeleri icin yegenlerimle birlikte oraya giderim. Tumcesini bitmedi, icini cekti.
Gecen kis sirkte evcil fillerin harika bir gosterisi vardi, bilmem hatirliyor musunuz diye sordu Nikolay Nikolayevic.
Ddaa diye homurdandi Ivan Nikitic.
O kadar buyuk ve guclu hayvalarla ugrasan egiticinin cok zeki ve sabirli olmasi gerekir. Koyun gibiydiler. Bir bolumu dansetti, bazilari arka ayaklari ustunde durdu, bazilari da sirt ustu yatip kimi izleyicileri ustunde yuruttu.. Cok ilginc, bizim Sovyet egiticilerinin dunyanin en iyi egiticileri oldugu soyleniyor.
Moskova, yasamin yogun ugultusu icindeydi. Yerden yepyeni binalar yukseliyor, fabrikalar insanin burnunun dibinde bitiyordu. Ortalikta dolasan araba sayisi ve servet miktari her an biraz daha artiyor, halk tehlikeli bir hizla maddi refaha ulasiyordu; yine de Ivan Nikitic Tuskin dogal guzellikleri yuksek sesle duslemeyi surdurdu.
Ddaa.. Gecenlerde parmakliklarin ardinda iki fil izliyordum, sonra uzuldum. Yazik, dedim kendi kendime, filler boyle yasamak icin yaratilmadilar ki. Onlara acik alanlar gerek, ozgur yasamak icin yaratildilar. Hayvanlar saygi duyulduklari surece gorkemlidirler..
Ayni dusuncedeyim, benzer duygulari ben de birkac kere yasadim.
Genclerin egitimi icin orada bulunuyorlar aslnda. Okullarimizdaki genc insanlar filin neye benzedigini, nasil yasadigini bilmeli -zorunlu bir sey bu. Boylelikle dogaya iliskin birseyler ogrenmis oluyorlar.. Yoksa boyle bir hayvanin var oldugunu bile bilmeden yasayacaklar..
Nikolay Nikolayevic arkadasinin sesindeki kederden etkilenmisti. Her zamanki hizli yuruyusuyle kuyruktaki yerlerini almak icin, tramvay duragina dogru yuruyordu, ama bakislari golgelenmisti sanki, ellerini arkasinda kavusturup doganin guzellikleri uzerine yuksek sesle dus kurmayi surdurdu.
Parmakliklarin arkasinda onlara yetecek kadar hava var gerci, ne de olsa kafes degil.. Ama sorun bu degil: Ozellikle insan burodan cikip degisik bir sey dusunerek kafasini dinleme gereksinimi duydugunda.. Sovyet filmlerinin yetersizligini iste orada dusundum..Dayanilir gibi degil! Sovyet film endustrisindeki yoldaslar, gereksinim duydugumuz seyi verin bize, yoldaslar! Yuz fil.. Yuz elli fil.. Bin fil!
Ivan Nikitic, lutfen bagirmayin.. Haklisiniz ama lutfen.. Sokakta degil.. Ivan Nikitic birden kaldirimin ortasinda durup arkadasina dondu. Gelip gecenler merakla bakiyorlardi.
Bana diyeceksiniz ki: Kusura bakmayin Ivan Nikitic, bizim ulkemizde bu olanaksiz, Rus topraklari hic fil gormedi, ozgur fil gormedi.. Filler hep hayvanat bahcelerinde ve sirklerde parmakliklarin ardinda bulundular. Iste yanitim su: Ya filmler, yoldaslar? Sovyet film endustrimiz bunun icin ne yapiyor? Sorarim size, gereksinim duydugumuz seyi bize vermek icin ne bekliyor? Ha? Ne bekliyor?
Lutfen, Ivan Nikitic, bagirmayin..
Bagirmiyorum. Dusuncelerimi acikliyorum yalnizca. Sovyet filmlerinin yapimindan sorumlu olanlara sesleniyorum. Yeter! diyorum onlara, Sovyet film endustrisinde calisan yoldaslar, degisiklik yapmak gerek! Nicin film studyolarimiz fillerin ozgur yasadigi Afrikaya birkac ekip gondermiyor? Bize onlari gosterin, birakin ekranlarimizda gorunsunler, olmeden bir kez olsun gorme olanagi verin bize..
Hararetle elini kolunu salliyordu. Cevrelerinde kucuk bir kalabalik birikmis, konusmasini ilgiyle dinliyordu. Nikolay Nikolayevic sinirli bir tavirla arkadasini kolundan cekti, ancak Ivan Nikitic kendi dusunceleriyle dopdoluydu.
Sovyet film endustrisindeki yoldaslar, genis acik alanlari, milyonlarca kusla birlikte gokyuzunu, zurafalari, antiloplari, aslanlariyla birlikte savanlari gosterin bize.. Aslanlari gosterin bize, ozgur aslanlari! Guclu gergedanlari, yabanil orangutanlari; farkli tuyleri, farkli otusleri, farkli renkleri, farkli bicimleri, farkli yuva kurus tarzlari, farkli aliskanliklariyla gokyuzunde farkli arzularin ardindan giden kuslarin olaganustu cesitliligini gosterin bize! Her seyi ezip gecen, yerle bir eden, parcalayan, her seyi gokyuzune firlatan bir fil saldirisi gosterin bize! Hicbir gucun durduramadigi bir saldiri! Yeryuzu titriyor, ormanlar yariliyor, engeller yikiliyor.. Sovyet film endustrisinden bekledigimiz bu yoldaslar. Sovyet halki, kendi film endustrisinden en cok gereksinim duydugu seyi isteme hakkina sahip! Sinemamiz Sovyet insaninin gereksinimlerinin ve doga sevgisinin yansiticisi olmali..
Biri kolunu tuttu. Ivan Nikitic Tuskin gozlugunu burnunun ustunde duzelterek cevresine bakindi. Yirmiye yakin kisi toplanmis merakla onu izliyorlardi. Iclerinden bir ikisi guluyor, oburleri gulmuyordu. Omuzunu tutan adam otoritenin sasmaz ses tonuyla konustu: Basiniza kalabaligi toplayacaginiza yurusenize yoldas.. - Ama.. - Ne demek ama.. Yoksa benimle karakola gitmek mi istiyorunuz? - Arkadasima Sovyet film endustrisinden beklentilerimize iliskin dusuncelerimi acikliyordum.
Kalabalikta Nikolay Nikolayevic'in yuzunu umutsuzca aradi, ama arkadasi ortadan yok olmustu. Ivan Nikitic titreyen elleriyle alnini sildi.
Ozur dilerim diye kekeledi, usuttum sanirim. Basini one egdi, kuyrukta yerini almak uzere uzuntuyle yurudu.
Neuilly'de ozel bir klinikte, bir adam koridora firlayip durakladi. Omuzlarinda gri bir palto vardi. Doktor, telasla yanina gidip birseyler soyledi; adam duymadi. Gencti, karisi az once rahim kanserinden olmustu. Yalnizca bir yillik evliydiler. Buyuk bir haksizligin kurbani oldugunu duyumsamiyordu.
Doktor, elini omzuna koymus ona guc vermeye calisiyordu. Acisinin derinliklerinin otesinde, boyun egmeyi reddeden, uzlasmayi reddeden, haksizlikla tartismaya girismeyen ve ofke dolu gucuyle dogayi savunan hic degilse birinin bir yerlerde var oldugunu birden animsadi. Doktora dondu: Bu gunku gazeteyi almadiniz, degil mi?
Doktor tedirgin gorunuyordu. Genc kadin biraz once olmustu ve adam son kirk sekiz saatte en az onun kadar aci cekmisti. Ve simdi de gazete istiyordu..
- Buyrun
Beyaz gomleginin altinda kalan cebini yokladi ve gazeteyi uzatti. Adam gazeteyi kapip hirsla yapraklarini cevirdi. Gozleri sayfalari hizla tariyordu, birden durdu.
Hala dayaniyor, dedi hosnut bir sesle. Sandiklari kadar kolay olmayacak onun isini bitirmek.. Birkac gundur dostumuz icin kaygilaniyordum.. Ama hala teslim olmayi reddediyor.
Gazeteyi saskin saskin bakan doktora geri verdi; basi dik, gozkapaklari sis ve kirmizi, dudaklarinda zafer dolu bir gulumseyisle kararli adimlarla koridorda yurumeye basladi.
Sarcelles Sanatoryumunda, basinin ve radyonun, dogaya saygi gosterilmesini isteyen adama iliskin verdigi tum haberler, giris salonundaki duyuru tahtasina asiliyordu. Fransiz Haber ajansinin, kacagin yakalanmasinin her an beklendigini bildiren haberi duyuru tahtasina asildiginda hastalar oyle sasirmis ve uzulmuslerdi ki, nobetci doktor, bundan boyle, yeni haberlerin asilmasini durdurmustu. Hastalarin cogu gencti, yasamlarinin ve umutlarinin doruk noktalarinda darbe yemislerdi. Cigerleri birkac gun once alinan ve yarim cigerle yasamini surdurmeye calinsan bir genc kiz duyuru tahtasina bakip aglamaya basladi: Sanatoryuma geldiginden beri ilk defa agliyordu. Morel'e iliskin haberlerin duyuru tahtasina asilmasini hastalarin olusturdugu komisyon kararlastirmisti ve bashekim bundan vazgecmeleri icin cok ugrasmisti. Bir ogrenci, Norel olayiyla arasindaki baglanti pek de anlasilamayan bir soz soylemisti doktora: 'Yazgimizi savasim vermeden kabullenmemizi gerektirecek hicbir neden yok,'
Ayni anlarda, on dort yasindaki bir zenci delikanlinin basi yoldan gecen beyaz kadina islik caldigi icin eziliyor, guvercin meraklisi Ruslar Buyuk Britanya'dan daha genis bir toprak parcasini bir anda yerle bir eden kitalararasi bir roket hazirliyor; Mau-Maular, uluslarin kaderlerini belirleme hakki uzerine yemin ederken ictikleri iksirin icine yeni dogmus bebek beyni karistiriyor; Fransiz Iskan Bakani, kisa bir sure once bir gecekonduda soguktan olen cocugun cenaze tonerine katiliyor ve anne babanin ellerini sikiyordu. Bazi Kuzey Afrika kabileleri, ozgurluk adina, alti yasindaki cocuklarin irzina geciyor, erkekleri igdis ediyor, erkeklik guclerini bir baska bicimde kanitlayamadiklari zaman Fransiz kadinlarinin rahimlerini bicakla desiyorlardi. Bilim adamlari, nukleer denemelerden sonra atmosferde toplanan radyoaktif birikinti ve stronsiyum miktarinin dahilerden ya da geri zekalilardan olusan bir kusak yaratip yaratmayacagini ciddi ciddi tartisiyorlardi.