Ursula K. LeGuin'in Oregon Bilm ve Endustri Muzesince duzenlenen Bilim-Kurgu ve Gelecek konulu panelde yaptigi konusma. Yazarin Dancing at The Edge of the World kitabindan Ali Tamur tarafindan cevrilmistir.
Gelecegin nerede oldugunu biliyoruz: onumuzde uzaniyor. Di mi? Onumuzde mukemmel bir gelecek uzaniyor ve biz de guvenle oraya dogru ilerliyoruz. Yeni baslangiclarla, yeni secim donemleriyle. Gecmisin nerede oldugunu da biliyoruz: arkamizda uzaniyor. Di mi? Gecmise bakmak denmez, donup de gecmise bakmak denir mesela. Gecmisi gormek icin arkamiza donmemiz gerekir. Arkaya donmek de bir an icin durmak, ileriye yaptigimiz yolculugu aksatmak demektir; bu nedenle pek sevmeyiz gecmise bakmayi.
Ant daglarinda yasayan Quechua'lar durumu tam ters goruyorlar. Onlara gore, gecmisi bildiginize gore, ona bakabilirsiniz: burnunuzun ucunda duruyor. Harekete degil algilamaya, gelismeye degil farkinda olmaya yonelik bir tarz. Onlar da bizim gibi mantikli insanlar olduklari icin ayni sekilde gelecegin de arkamizda oldugunu soyluyorlar. Gelecek arkamizda, omzumuzun dibinde duruyor. Goremedigimiz gelecektir, ancak arkamiza donup soyle bir goz atabiliriz. Ve bazen sinsice arkamizdan sokulmakta olani gorur, goz attigimiza da pisman oluruz. Ant daglarinin halklarini ilerleme, kirlenme, melodramlarimiz ve uydularimizla surdukce geri geri gitmeye devam ediyor ve nereye gittiklerini omuzlarinin arkasindan goz atarak gormeye calisiyorlar.
Quechua'larin yaklasimi zekice ve uygun bir yaklasim. En azindan bize "gelecege dogru ilerleme" lafimizin bir benzetme, esasinda mistik bir dusunce oldugunu, hatta belki de erkek egemen dusunce yapimizin, pasif, acik, sessiz ve hareketsize karsi olan korkusundan kaynaklandigini hatirlatiyor. Tikirdayan saatlerimiz bize zamani bizim yaptigimiz, bizim kontrol ettigimiz hissini veriyor. Saati calistirir, zamani baslatiriz. Gelecek gelmekte olan, veya orada durandir, biz ister tum hizimizla nukleer baslikli supersonik jetler hazirlayalim onu karsilamak icin, ister bir tepeden oturup lamalarin otlamasini seyredelim. Sabah, alarmi kurmasak da gelir.
Gelecek uzaydan ibaret degildir. Burada bilim-kurgunun kocaman bir bolumuyle, emperyalist bolumuyle yollarimi ayiriyorum. Uzay Savaslari, Yildiz Savaslari romanlari, filmleri ve bilim-kurgunun teknoloji kismini ileri teknolojiye indirgeyen bolumuyle. O kurgularda uzay ve gelecek ayni seydir: gidilen, fethedilen, kolonilestirilen, somurulen ve banliyolerle donatilan.
Uzaya ulasabilirsek, buyuk ihtimalle yapacagimiz tam da budur. Uzayi fethetmemiz mumkun. Gelecegi fethetmemiz mumkun degil, gelecege ulasamayiz. Gelecek, uzay-zamanin govde ve gundelik bilincimizin disinda kalan kismi. Degil fethetmek, onu gormemiz bile mumkun degil. Omzumuzdan geriye goz atmalarimiz disinda.
Goremedigimiz bir seye baktigimizda gordugumuz kafamizin icinde olandir. Dusunce ve hayallerimizdir, iyisiyle, kotusuyle. Bana oyle geliyor ki isini yaptigi zamanlar bilim-kurgunun ilgilendigi de budur. Gelecek degil. Gelecek, hayallerimiz ve ulkulerimizi gercek dunyayla karistirip bunalima girdigimizde isin icine giriyor, gelecegi sahip olunabilecek topraklar olarak gordugumuzde. O zaman, husnu kuruntulara kapiliyor, gerceklerden kaciyor. Bilim-Kurgu megalomanlasiyor, kurgu degil ongoruye donusuyor. O zaman Beyaz Saray ve Senato da ona inanmaya basliyor ve Yildiz Savaslari projesiyle gelecegi fethetmeye girisiyor.
Bir bilim-kurgu yazari olarak ben sahsen Quechua'lar gibi yapmayi, uzun uzun oturmayi, onumde uzanana, yani dunyaya, insan kardeslerime ve yildizlara bakmayi tercih ediyorum.