Onur Tolga Şehitoğlu
Türkçe
English
  CEng > People   

Nükleer Başlıklı Kız ve 7 Kısa Menzilli Adam

PDF
PDF

Çagımızın insanları kendi iç çatısmaları ve çıkar kavgalarıyla basbasa bıraktıgı su günlerde toplumsal olayların patlama noktasına gelmesi, savaslar, ekonomik krizler, politik kavgalar, mezhep çatısmaları ve kirlenen çevremizle belki de yokolma sürecine giren yaslı dünyamız kendini kurtaracak kahramanı beklemekteydi. Fakat henüz kimse kahramanın kim oldugunu bilmiyordu. Bu bilmeyenler listesine kahramanın kendisi ve hatta yazar da dahildi. Bu yüzden yazar bir kahraman aramaya koyuldu.

Bu sırada Hicabi, hiç birseyden habersiz yasantısına devam ediyordu. Mahalle arasına sıkısmıs küçük berber dükkanından kazandıgı üç bes kurusla ailesini geçindirmeye çalısıyordu. Her sabah karısının o nazik ellerinin insanın cigerine isleyen dürtüsleri ve bir bülbül sakımasındansa hoperlorü yırtılmıs bir patates satıcısı kamyonundan gelen seslere benziyen bir detonasyon anıtı olan "Hicaabiiiee, kalk layn zaat sebahın kaçı oldu galk da ise git gaari" konulu sözlü kompozisyonu ile uyanırdı. Ne kadar direnirse dirensin, kulagında cırtlayan o boru sese ne kadar dayanırsa dayansın, kaburgalarının arasında derivasyon tüneli açmaya çalısan parmakların yarattıgı sarsıntı 5.3 siddetinde bir deprem boyutlarına ulasınca, hele bir de küçük oglu HIfzI'nın "Bebaaaa" seklindeki serenadı ve göbeginin üzerinde ziplayarak bıyıklarını yolma girisimleri buna eklenince uyanmak zorunda kalirdi. Her sabah kalkinca Hicabi: "Ulan bu da hayat mi be?" diye düsünürdü "Halbuki rüyamda ne güzeldi. Ne güzeldi rüyam da? Gerçekten neydi ulan benim rüyam? Has it there yine unuttuk rüyayI" diye hayiflanırdı.

Yine böyle bir günün sabahında Hicabi olacaklardan habersiz evinden çıkmıstı. Aklının derinliklerinden gelip beyninin bütün hücrelerini bilfiil rahatsiz eden o soruyu hala aklından atamamıstI: " Yahu nasıldı benim rüyam, ncık ncik ncık simdi bi adam vardi, yok ulan kadın mıydı yoksa? Aaaaah, hay osktugumun tasını kim koyduysa yolun ortasına!!.". Bu derin (!) düsünceler içersinde yoluna devam ederken yine dalmis mahallenin sevimli köpegi Puik'i unutmustu. Puik, yıllardır mahallenin çöplüklerinin müdavimi olan hafif psikopat bir sokak köpegiydi. Ona sıradan sokak köpegi tanımlamasını yapmak tamamen haksızlık olurdu. Zira yaklasık 9 yildir pesindeki belediye köpek itlaf ekiplerini büyük basariyla atlatmis, Puik'i kafaya takan 18'inci belediye görevlisi de emekli olunca artik yasliliginin son yillarini huzur içerisinde geçirmeyi hakketmisti. Puik'in bu konudaki basarisinin en önemli sebebi saniriz yeryüzünün ender vejeteryan köpeklerinden olmasiydi . Rivayetlere göre o çok küçükken yanlislikla bir koyunun yavrulari arasina karismis, 2 yasına kadar agılda büyümüstü. Iki yasina geldiginde hala meeelemeyi ögrenememis olmasi annesi olan koyunu süphelendirmeye baslamisti ki taa içlerinden gelen dürtüyle annesinin sol arka bacagina isemeye çalismasi bardagi tasiran son damla oldu. Köyden kaçip bir kamyonun arkasinda Istanbul'a geldikten sonra da ot bulamayinca uzun süre simit ve ekmek yiyerek beslenen Puik, böylelikle et kokusundan nefret eder olmustu.

Puik, mahallenin bütün sakinleriyle hatta çilginlariyla çok iyi anlasirdi. Ozellikle çocuklarin sevgilisiydi. Cocuklarin onun üzerinde kovboyculuk, he-mancilik ve curasik parkçilik ( dinazorculuk) oynamasina ses çikartmazdi. Ammaaa konu Hicabi olunca is degisirdi... Puik'in Hicabi'ye karsi çok özel bir ilgisi vardi. Genelde bu ilgiyi çok samimi ve yakin (?) biçimde göstermeye bayilirdi. Tabi Hicabi'nin bu isten hoslandigini söylememiz mümkün degil. Dolayisiyla bu muhtesem ikili hemen hemen her gün mahalleliye oldukça zevkli bir tavsankaçtazitut ziyafeti verirdi. Hicabi bunun bilincinde her sabah dükkana giderken tetikte bekler ve Puik'i atlatmaya çalisirdi. Zira Puik'e kaptirilmamis sadece bir pantalonu vardi, onu da dügünlerde giyerdi.

Puik'in bu Hicabi antipatisi mahallede çesitli biçimlerde yorumlanmisti. Bazilari Puik'in kolonya kokusuna gicik oldugunu one sürerken, bazilari bunu Hicabi'nin biyik stilini fazla postmodern olusuna bagliyordu. Bazilari ise Puik'in çocukluguna dönüp, köyün berberinin kötü emellerine alet edildigi tezini savunuyordu. Hatta bir keresinde mahallenin muhtari "Bastirilmis cinsel istek" yorumunu yapmıstı. Niye yaptigini kendisi de bilmiyordu ama yapmisti iste...

Zavallı Hicabi bugün gercekten gafil avlanmisti. Rüyasini hatırlamaya çalısırken dalmıs, Puik'i tamamen unutmustu. Puik avina sinsice yaklasan bir aslan edasiyla cöp tenekelerinin arsindan usulca süzüldü. Alcak sürünmeyle duvar dibinden Bir süre Hicabi'yi takip etti. Artık hedef kütle sıçrayıs menziline girmisti. Tek bir hamleyle Hicabi'nin kaba etini dislemesi isten bile degildi ki birden duraksadi. Bu hic de sportmence ( sportdog ) olmazdi. Bu yüzden biraz daha yaklasti, birz bekledi ve cikarabildigi en gür sesle havlamaya basladi. Dogrusu Hicabi'nin o halini gormek cok zevkliydi. Hicabi durdugu yerde bir miktar ziplamis bütün kaslari birer birer kasilarak kuyruk sokumundan ensesine kadar cikan bir soguklukla irkilmisti. Saniye'nin binde biri kadar bir zamanda olani anlamis "Hay anna kodumun itoglu iti. Yine yan bastik.." diye düsünmüstü. Ve klasik kosusturmaca basladi. Puik, atalarindan kalmis geleneksel görevi icra etmenin ciddiyetinin bilinciyle havlayarak Hicabi'yi kovalamakta, Hicabi ise zavalli oturma organini kurtarmaya calismaktaydi. Hicabi bir yandan da bagirarak küfrediyordu: " Hay sülalesini sittigimin uyuz pire torbasii!!" ..... Bu kosusturma mahallenin dar ara sokaklarinda bir süre devam ettikten sonra Hicabinin berber dükkaninda son buldu. Hicabi dükkanin kapisini kapattiktan sonra Puik'in arkasindan okkali bir küfür daha savurdu. Puik ise görevini tamamlamanin verdigi o derin mutlulukla mahallenin sokaklari arasinda yiyecek aramaya koyuldu.

Hicabi'nin zevzek ciragi Muhsin dükkani acmis olagan sabah temizligine koyulmustu. Hicabi gelince oldukca yavsak bir edayla: "Ne o usta yine sabah sporu mu yaptin? He he he", dedi. Hicabi okkali bir küfür de Muhsin'e savurdu hemen sonrasinda da Muhsin kicina sıkı bir vole yedi. Hicabi duran toplara iyi vururdu. Kücükken babasi onu Cimbomun antremanina götürmüstü de, saha kenarina kacan topa bir vole patlatmisti da cimbomun antrenörü ona afferin evlat demisti. Gerci Hicabi bu olayi biraz farkli anlatirdi ya, neyse o kadar da olurdu. Hicabi'nin kisa süren futbol hayati da o gün bitmisti iste. Yoksa kimbilir ne bicim futbolcu olucakti.

Hicabi israrla o gün verecegi kararin hayatinda ne kadar onemli bir donüm noktasi olacagindan habersiz, gündelik hazirliklarina basladi. Hicabi'nin dükkani mahalle arasina sıkısmıs alisilagelmis berber dükkanlarindan birisiydi. Dükkanin bir kosesinde küçük bir piknik tüpünde sürekli cay demlenirdi. Dükkanin baska bir kosesinde Hicabinin muhabbet kuslari cimcik ve boncuk'un kafesleri vardi. Aynanin hemen onünde duran Philips marka lambali radyo 35 yildir israrla calismaktaydi. Hos, TRT1 ve TRT2'den baska kanal dinlemek olanaksizdi ama bu mecburiyet o kadar da kötü degildi hani. Dogrusunu isterseniz su anda yazarin dahi cani istedi orda olmayi. Düsünebiliyo musunuz, Yumusacik koltuga oturmussunuz, bir yandan cimcik'le boncuk'un sesleri geliyor kulaginiza, bir yandan Hicabinin makasinin sikirtisi. Fokurdayan cayin kokusu burnunuzu dolduruyor. Bir de radyo'dan gelen "Olmaz ilac sineyi sad pareme...". Horrrrrrr Not: Yazar uyudu. insallah yarın devam edelim...

Yazar en sonunda uyandı. Rüyasinda sanat müzigi esliginde demlikte kaynayan muhabbet kuslari görmüstü. Berberin teki de kuslarin tüylerini kısaltmaya çalısıyordu. "Hayırdır" diye düsündü . Niye öyle düsündügünü bilmiyordu ama öyle düsündü iste. Cünkü rüyalardan sonra hep hayirdir denirdi. Gelenekti galiba. Neyseydi, tuvalete seyirtti. Tekrar düsünmeye basladı. "Ulan dünyayi icinde bulundugu cikmazdan kurtaracak kahramani bulmamiz lazim. Nasil birisi olsa acaba ? Soyle Rambo gibi ortaligi patlatip yikaraktan sorunlari oldürerek yoketme egilimli bir kahraman mi olsun yoksa efendi, güzel yüzlü sorunlari zekasiyla incelikle cozen birisi mi?". Son damla teorisini yikamamasini hic de iplemeyerek tuvaletten cikarak koridora seyirtti. Odasina girdigi anda birden bagirdi: " Hah buldum en sonunda!" " Ulan iki aydir seni ariyorum kim soktu seni divanin altina?". Uzun süredir aradigi corabinin tekini bulmustu. " Eh artik sira geldi diger teki bulmaya" diye düsündü. Sonra da "baslarim ulan kahramanina falan. Ben en iyisi yine uyuyayim da belki rüyama ak sakalli nur yüzlü bir edebiyat elestirmeni dede felan girer de romanimi sanatsal acidan irdeleriz" diyerek kicini devirip tekrar yatti.

Simdi tekrar Hicabi'nin dükkanina donelim. Sabahin bu saatlerinde Hicabi'nin dükkani yavas yavas senlenmeye baslardi. Dükkanin oldukca kalabalik bir müdavim kitlesi vardi. Hos bu kitlenin yüzde 90'lik bir kismi Hicabi'nin hergün aldigi gazete ve dergilere bakip geyik yapmaya gelirdi ama Hicabi bundan cok sikayetci degildi. Yalniz hergün birkac gercek müsteri kapidan "Yok abi sen kalabaliga bakma sira falan yok" diye kolundan cekilerek tras olmaya razi edilirdi . Hicabi'nin dükkaninda her sabah havalardan baslanir, politikaya girilir, ille de futbol muhabbeti yapilir, medyumlar cinler derken mahallenin sakinleri uzerinde sosyopsisik analizlerle olaylarin perde arkasi didik didik edilir, buram buram geyik kokan bilgi akisi icerisinde aksam edilirdi. Hicabi'nin berber dükkani mahallede Husamettin'in kavesinden sonra ikinci derecede geyik mekani ilan edilmis bir dedikodu merkeziydi.

Sabah Hicabi'nin dükkanina ilk Halit Dede girdi. Halit Dede'nin iki Dunya savasini da gördugu rivayet edilirdi. Hatta Hicabi'nin zevzek ciragi Muhsin onun Kosova meydan muharabesinde suvari oldugunu hatta Kades antlasmasinin metnine civi durtenlerden ( o zamanlarda da boyle mi denirdi acaba??) oldugunu one surmustu. Kendisine soruldugunda yasını 80'den sonra saymayi biraktigini soyleyen dedenin unutmadıgı tek sey harp anilariydi. Dede dükkana girdikten ve Caminin iki sokak arkada oldugu, zaten Cuma namazina daha 3 saat oldugu, bugunun de Cuma olmadigi, ustelik namaza pantolonsuz gitmesinin de hic de caiz olmayacagi anlatildiktan sonra dükkanin bir kosesine oturtuldu. Muhsin Halit dede nin pantolonunu almaya eve gonderilirken Halit Dede Hicabi'ye dondu. "Peki evladim o zaman hazir gelmisken sen bana ordan iki kilo domates tart. Sertlerinden olsun haaa..". Hicabi Halit dedeye bir cay doldurdu. Biraz bunamisti Halit dede ama muhabbeti cok tatliydi. "Ajansi ac da dinleyelim evlat." dedi Hicabi'ye. Hicabi radyoyu acti ve dinlemeye koyuldular. Oldukca ilginc bir muhabbet ortami vardi dogrusu. Uzun sure Halit dedeye savasin coktan bittigi, Hitler'in coktan oldugu, Churchil'in Tansu Ciller'le ne alakasi oldugu, Ismet Inonu'nun artik garp cephesi kumandani olmadigi, Demokrat Parti'nin kapandigi ama bak Kibris konusunun hala cozumlenmedigi anlatildi. Dedenin yakin tarihten aklinda kalan tek sima Suleyman Demirel'di, o da hic fena sayilmazdi hani. Dedenin pantolonunu getiren Muhsin ise Eflak ile Bogdan'in da Avusturya Macaristan imparatorluguna bırakıldıgını one surup dalgasini geciyordu. Sonra Halit Dede'den siki bir savas anisi dinlendi. Alem adamdi Halit Dede. Daha sonra birdenbire dükkanin kapisi acildi....

Kapidan iceri uzun boylu, iri yari, orta yaslarda, saci yana dogru taranmis, takim elbiseli, gravatli bir adam girdi. Bir an dükkandaki butun kafalar kapiya dogru cevrilmisti. Adamin yüzünde en ufak bir ifade yoktu. Catik kaslariyla dükkanin icine buz gibi bir bakis firlatti. Sirayla en ince ayrintisina kadar dükkandakileri, koltuklari, malzemeleri, radyoyu, caydanligi suzdu. Dükkandakiler saskin ve daha cokca korkuyla bu garip adama baktilar. Uzun suren sessizlik Hicabi'nin cesaretini toplayip "Bbbuyrun." demesiyle bozuldu. Cirak Muhsin hemen atladi: "Damat trasi mi abey. Ehi ehi ehi." Hicabi Muhsin'e "Senin o zevzek agzinin ortasina bi korsam yamulursun" gibi bakti; Muhsin son kahkahasini sanirsa yuttu. Adamdan hic bir tepki gelmedi. Ofke, acimasizlik ve otorite karisimi bakisinda en ufak bir degisiklik bile olmadi. Sonra Halit Dede gozlugunu duzeltip gozlerini kisarak adama bakti ve "Hanim kizim, sen hic Hariciye Vekaleti'nde calismis miydin?" dedi. Herkes, adam da dahil Halit Dede'ye dondu. Adamin yuz ifadesi ilk kez degismisti. Saskinlikla Halit Dede'ye bakiyor, bir yandan da ic organlarindan gelip agzinda zorlukla bloke etmeye calistigi gulmesini tutmaya calisiyordu. Rolu geregi ifadesini bozmamasi gerekiyordu. Once Muhsin kahkahayi basti, sonra Hicabi "Pfirt, Pfirt etmeye basladi. En sonunda da adam... Hepsi artik kahkahalarla guluyorlar, Halit Dede de saskin saskin etrafa bakiyordu. Bir sure sonra adam ellerini one dogru uzatti, durusunu diklestirdi, derin bir nefes aldi ve yüzündeki ifadeyi tekrar takinmayi basardi. Hicabi ve Muhsin de hemen kahkahalarini geldigi yere geri gomerek ciddilestiler. Muhsin hala arada bir kaciriyordu. Sonra ortaligi tekrar bir ölüm sessizligi kapladi. Adam son olarak bir kat daha fazla kötü bir bakis firlatti ve hisimla dükkandan cikiyordu ki dükkanin esigine takilip burun ustu dustu. Ustunu silkerek kalkarken bir yandan da kufrediyordu. Dükkandan cikti ve uzaklasti. Hicabi ve Muhsin birbirlerine baktilar. Sonra gozlerinden yas gelerek gulmeye basladilar. Kahkahalarla guluyorlardi. Sinirleri bozulmustu anlasilan. Belki gulmeyi kesebileceklerdi, ama keske Halit Dede "Hanim kizim nereye gitti?" demeseydi.

Yazar yine uyandi. Sinirleri bozuktu. Rüyasına giren ak sakallı nur yüzlü dedeyle kavga etmisti. Dede gecenin bir yarısında gelip "Sen buna roman mi diyorsun? Dupeduz sacmalik! Komiklik adina yaptigin cogu sey mizah dergilerinden calinmis ucuz numaralar?" demisti. Yazar, "Yok canim, ben onun ozgün olabilmasi icin ozellikle caba sarfediyorum; ozenle yaziyorum" dedi. Dede soyle devam etti:

-Özen mi? Ne özeni yahu? Guleyim bari. Hatta al iste hah hah haa. Bu salak seyi olsa olsa tuvalette yaziyorsundur. insan ancak tuvalette

-Tuvalet mi? Ulan begenmezsen okuma lavuk. Zorla mi oku diyoruz sana? Hem senin burada ne isin var? Ak sakalli nur yüzlü dedeysen ak sakalli nur yüzlü dedeligini bil! Zevksiz dumbuk!

-Sen uyurken"Bi ak sakalli nur yüzlü dede rüyama girse de romanimi edebi acidan irdelesek." dememis miydin? Ben de o yüzden geldim. Bir kere teknik hatalarin var; düsük ve daginik cümleler kuruyorsun. Tarzin yok. Uslup zayif. Kurgun kötü. Hala bir kahraman bulamadin. Bence sonunu getiremeyeceksin. Hem Nükleer Baslikli Kiz'la Hicabi'nin ne alakasi var? Okuyuculari oyalamaktan baska bir is yaptigin yok.

Yazar cok sinirlenmisti."Ulan kolaysa sen yaz! Hem hicbirseyim senin soyledigin kadar kötü degil. Hem ... hem ben profesyonel degilim ki sapsal herif! Ben de sen gelince bana yardim eder, yol gösterirsin sanmistin. Seni ak sakalli nur yüzlü dedeler federasyonuna sikayet edeyim de gor gününü!" diyerek rüyayi ak sakalli nur yüzlü dedenin yüzüne kapadi. Uyandiginda kulagina hala "Betimlemelerin zayif. Canlandırmaları ve diyalog fromlarını iyi kullanmıyorsun." türünden laflar geliyordu. içinden okkali bir küfür savurdu. Tuvalete gitti; klozete oturdu. Romanını düsünüyordu. Birden aklına iyi bir fikir geldi. Ama dedenin söylediklerini hatirladi. Tuvaletteydi ve unutmaya karar verdi. Aslında düsündü de dede birazcık haklıydı. Hem neydi o son paragrafta dükkana giren adamın yaptiklarI? Halbuki o adamın dükkanda gizem ve korku estirerek okuru meraklandirmasi gerekiyordu. Roman kontrolünden çıkmıstı. Bir daha gülmesini tutamayan, beceriksiz sakar heriflere ve yaslı bunaklara romanında rol vermemeye karar verdi.

Kenar mahallede hergün önceki güne es yasanir. Her sabah yasanan aynı kosusturmaca, ilerleyen saatlerde aynı durgunluga bırakır yerini. Daha sonra seyyar satıcıların bagırtılarıyla, cama çıkan pazarlıkçı ev hanımlarıyla tekrar canlanır sokaklar. Araba kornaları, satıcıların çıkardıgı anlamsız ses numuneleri, hoperlörleri disarıda kasetçi dükkanının günde bes vakit yerini yakındaki camilerden gelen serbest makam, serbest ölçü çok sesli ezan sesine bırakan bangır bangır pop-arabesk sarkıları, camcama dedikodu ve eller belde 'agzını yırtarım' kavgalarından olusan kulaklara iskence harmoni, mahallelinin hergün duydugu, hergün dinledigi müzik olur kulaklarda. Bu müzige daha sonra hergün yapmak zorundalarmıs gibi okul engelinden kurtulur kurtulmaz kendilerini sokaga fırlatan çocukların bagrısları katılır.

Büyüklerin her gün aynıyı yasamaktan sıkıldıkları mahalle, çocugun dünyasında çok daha renklidir. Dar, egri bügrü sokaklarıyla, birbirlerinin içine sıkıs tepis insaa edilmis, girintili çıkıntılı, renkleriyle biçimleriyle lüks semtleri öven torununa "Dünyanın en güzel evi basını sokabildigin evdir." diyen nine ne derse desin estetikten nasibini almamıs çarpık binalarıyla, onca tekdüzeligine ragmen çocukların hayallerinde herseyi yasayabildikleri bir dünya olur mahalle. Çocuklar moloz yıgınından kocaman daglar, yagmur birikintilerinden denizler yaratıverirler dünyalarında. Yerde buldukları tugla parçacıkları evcilik malzemesi, tahta sopalar yerine göre kılıç, tüfek yada at, plastik kova kapakları ellerde otomobil direksiyonu, naylon torbalarla örtülmüs kuytu bir yer ev oluverir. Mahalle arasında nasıl olduysa yerini bir apartmana bırakmamıs bos arsalar, hurda olmus eski bir otomobil, yine büyüyen sehrin hala öldürmeyi beceremedigi birkaç agaç vede illaki yakınlarda yapılmakta olan bir insaatın büyülü dünyasında 'mahsusçuktan' hayatlar yasanır. Büyüme özlemi, dünyayı kesfetme istegiyle yasamın iyi niyetli hayal dolu provası yapılır buralarda. Gün boyu her yasa, her gruba özgü çesit çesit oyunlar oynanır. Herkes kahramanı olmak pesindedir aynı oyunun; ve herkes kendince basrol oynar. Masallardaki prens ve prenses gibi, filmerde ( kalles numaralar yapılmadıkça ) herkesi dövebilen ve ölme özürlü iyi adam gibi, futbola mahalle arasında baslayıp köseyi dönen futbolcu gibi kahraman olmak, farklı olmak düsünü yasar oyunlarda herkes.

Kenar mahallede yagmur baslayınca, tozlu topraklı yollar çamura dönüsür. Belediye'nin kulakları tekrar söyle bir çınlatılır kroniklesmis, neredeyse mahallelinin gölet ve dag isimleri atayacagı çukurlar ve tepecikler için. Yagmur damlaları evlerin camlarından, saçaklarından, oluklarından kenar mahallenin gözyasları gibi süzülürken sokaklara bir canlılık gelir. Adımlar sıklasır, kosusturmacalar baslar, bazı hanımlar aceleyle dısarı astıkları çamasırları Islanmadan kurtarmaya çalısırken, bazıları yagmurun altında oyun oynayıp kosturmaya devam eden çocuklarını azarlayarak eve çagırır. SIcacık evlerinde islerini bitirmis oturanlarsa yagmurun yarattıgı bu tabloyu seyretmek için çaylarını alıp pencere kenarındaki seyirci koltuklarında yerlerini alırlar. Ordan oraya kosusturanlar, bir saçak altı arayanlar, buldukları saçak altına sıkısarak yagmurun azalmasını bekleyenler, sürat teknesi edasıyla yagmur sularını yara yara ilerleyen ve kaldırımdakilerin istemsiz bir dus almasına sebep olan taksi ve onun ardindan küfreden adam, semsiyesini akıllıca taksiye yönelterek dustan yırtmaya çalısanlar, yagmurun altında yagmura meydan okuyarak sakin sakin yürüyen sırılsıklam tipler, pencerelerine kurulmus seyircilerine beles bir görsel ziyafet sunarlar.

Yagmur dinince çocuklar tekrar fırlar sokaklara. Yagmur sonrası en zevkli oyunlardan birisi mahallenin yokus yolları arasından süzülerek kanalizasyona akan yapay derelerde kagit kayıklar, çöp parçacıkları yada yüzebilen herhangi birsey yarıstırmaktır. Kayıklar yapılır, üstüne isaretler isimler konulur ve uzun yollarının baslangıcından bırakılır çamurlu suya. Kayıklar hızla suda sürüklenirken, çocuklar da peslerinde kosar bagırarak. Küçük bir kayık umudu olur çocugun. Çamurdan çöpten engelleri asmaya çalısıp, minik dalgalarla bogusurken pesinden kosar kayıgının elde edecegi oyuncak zaferi bekleyerek. Filmlerde hep son anda kötü adamın yaptıgı adiliklere ragmen kazanır yarısı iyi adam. Çocuk da kayıgının belirlenen çizgiyi birinci olarak geçecegi anın hayaliyle kosturur. Takılır gibi olan kayıgına ayagıyla 'azcık' yardim etmekten de geri kalmaz. Bu yüzden minik kavgalar, "ben de yaparim o zaman!" mızımaları yasanır. Ama yasam acımasızdır. Kazanan hep birtek kisidir. Hiçbir zaman esas oglan ve kötü kalpli 'Erol Tas' adam yoktur. Takıldıgı dalın altından geçerken içi su dolar iyice Islanır kayık. Eline alıp temizlemeye, kurutmaya çalısır, sonra tekrar suya bırakır ama nafile... iyice agırlasan kayık hızını kaybeder ve sürekli gömülmeye baslar suya. Küçük bir kagıt parçasına baglanmıs umut ve hayal kırıklıgı ilerde yasanacak ve alısılagelecek yenilgilerin ve acımasız yasam adaletinin basit, ertesi gün unutulacak bir örnegi gibidir.

Kenar mahallenin dar, renksiz karanlık tekdüze sokaklarında, herkes kendi yasamında basrol, digerlerinde figüranı oynar. Silik yasamlar aynı tempoda aynı seyleri, aynı umutları, aynı nakaratı tekrarlamaya devam eder. Tekdüze yasamı degistirecek hayaller kurulur yarın için. Bir loto kuponu, bir piyango bileti, zengin bir koca, kesfedilecek bir yetenek, biriktirilen paralarla kurulması planlanan yeni is, patrondan zam ve terfi, büyüyüp adam olup aileyi kurtaracak çocuk küçük umutları olur yasamın. Ve bu kosusturma dolu, küçük umutlarla, küçük sevgilerle, küçük zaferlerle süslü figüran yasamlar kendi renginde sürer gider. Ve yasanamayan yasamlar hiçbir zaman filmlerdeki sonlara benzemiyen sekilde biraz tatminsiz, biraz buruk sona erer. Yeryüzündeki hersey gibi, küçük bir çocugun umutları gibi, yazılamayan bir roman gibi.....

SON